Konforlu bir uyku sonrası güzel bir duşla sehir gezimize kaldığımız yerden devam. Bugün ilk görevimiz otobüs terminaline gidip bir sonraki rotaya bilet almak. Kahvaltımızı yolumuza çıkacak sürprizlerle renklendirme kararımızla adımlarımızı terminale çeviriyoruz. Terminal, şehir merkezine “bize göre” yürünebilir uzaklıkta. Hangi şehirde olursak olalım, bulunduğumuz yerin kenarda, köşede saklı güzelliklerini keşfetmenin tek yolu yürümekten geçer ilkesinden vazgeçmeyiz. Keyifli bir sabah yürüyüşünden sonra merkezin birkaç blok ötesindeki terminale varıyoruz. Terminal derken, yan yana dizilmiş otobüs firması kulübeleri ve içlerinde çığırtkanlar. Oruro’ya yolcu taşıyan tüm firmalara fiyat sorduktan sonra San Miguel firmasının akşam çıkışlı, çift katlı ve her ne kadar işlevsel olmadığı durumlar olsa da tuvaleti olan seferine biletlerimizi alıyoruz. Kalan son ikili koltuğu aldığımız için üst katın en arkasında seyahat edeceğiz.
En önemli görev tamamlandığına göre artık kahvaltı ve gezi kısmına geçebiliriz. Odayı boşaltırken çantalarımızı otelin emanetine bıraktığımız için yükümüz de yok. Terminal yakınlarında keyfimize göre bir şeyler bulabileceğimiz bir esnaf lokantası vardır elbet. Önden köhne bir bakkal dükkanını andıran kapıdan içeri girince arkada çok güzel bir bahçesi olduğunu görünce yemek pişiren ablaya el, kol aracılığıyla tavada yumurta istediğimizi anlatıyoruz. Onaylayarak sallıyor başını. Ya rice ve papas diyoruz. Ona da tamam diyor. Hemen çardak altında bir masaya yayılıyoruz. Ziyafet gelsin ????
Artık şehrin henüz girmediğimiz sokaklarına dalıp kaybolabiliriz. Kimsenin böylesi güzel sokaklara yanlışlıkla girmiş olmaktan şikayet edeceğini sanmam. Potosi Caddesi yönünde ilerlerken gözümüze birbirinden estetik binalar takılıyor.
Bolivia’nın başkenti olan şehir, sokaklarını donatan beyaz renkli, mükemmel korunmuş kolonyal binalarıyla “beyaz şehir” olarak anılıyor. Ülkenin ilk kurulduğu yer, aynı zamanda en iyi çikolata üreticilerine ve dünyadaki en çok dinozor izine ev sahipliği yapıyor. 1991’den bu yana UNESCO Dünya Kültür Mirasları Listesi’nde.
Daniel Calvo Caddesi boyunca yürürken 1538’de inşa edilmiş şehrin ilk kilisesi San Lazaro çıkıyor karşımıza. 27 Temmuz 1553’te hizmete açılmış. Kapalı olduğu için içini göremiyoruz ama bahçesi de dışı kadar güzel.
Tertemiz sokakları, alçak binalarının cephesini süsleyen ahşap cumbalarıyla her köşesi içine çekiyor. Öyle ki, şehrin neresinde olduğunuzu bile bilmeye gerek duymaksızın geziyorsunuz. Fotoğraf makinenizi kapatmaya fırsatınız olmadan her detayı anılarınıza kaydediyorsunuz.
Çocuklu ailelerin ya da içindeki oyuncu çocuk hiç büyümeyen gezginlerin ilgisini çekebilecek bir de dinozor parkı var şehrin bu yakasında. Bu parkta 5000’den fazla sayısıyla dünyanın en zengin dinazor ayak izi koleksiyonu bulunuyor. Yerel çimento fabrikası Fancesa’nın arazisinde keşfedilen izler, Cal Orck’o falezindeki yerinde şehrin en çok turist çeken yerlerinden. Park Cretácico’da dev boyutta dinozor ve hatta titanozor heykellerini görüp müzeyi gezebilir, birkaç saatliğine de olsa çocukluğunuza geri dönebilirsiniz. Bizim pek ilgimizi çekmediğinden bir gün önce tesadüfen görüp girdiğimiz ama kalabalıktan pek de keyfini süremediğimiz Simon Bolivar Park’a çeviriyoruz rotayı. Sucre’nin en büyük ve en güzel parkında ufak bir mola veriyoruz kendimize. Üstelik hiç para ödemeden ????
Konuksever bir dostum beni evinde misafir etmekten çok mutlu olunca sevgi patlaması oluyor ister istemez ????
Kafa dinlemek, huzur bulmak için tüm gerekli koşullar bir arada. Çimenler, kuşlar, banklar, kuçular ve dinginlik. Banklarda arkadaşıyla laflayan gençler, kitap okuyanlar, şekerleme yapanlar, yaşlılar, gençler, bebekler, herkesin keyifli zaman geçirdiği, mutlaka uğranması gereken bir yer. Biz de güneşin tadını çıkarmak için çimenlere yayılıyoruz elbette.
Parkta her türden yiyecek olanağı sunan sokak satıcıları var. Bunlardan en çok rağbet gören kuşkusuz türlü türlü tatlarda sunulup en sevileni “tumbo” olan dondurmalar. Her bir dondurma satıcısı Bolivia’nın en iyisi olma yolunda. Pamuk şeker satanlar, kızarmış patatesli omlet yapanlar ve ev yapımı pasta tezgahları hem göze hem de mideye hitap ediyor. Bizse yorgunluğumuzu toprağa boşaltırken güneşten de enerji topluyoruz. Akşama uzun yol var falımızda ????
Bir süre daha şehir merkezinde zaman geçiriyoruz. Şehrin ana meydanı 25 de Mayo her zaman olduğu gibi hareketli ve popüler. Etrafındaki sokaklar ise gün batarken bir başka güzel.
Veda vakti de hiç anlamadan gelip çatıyor. Hostelden çantalarımızı alıp yoldan çevirdiğimiz ilk taksiyle otobüs terminaline gidiyoruz. Bu memlekette taksi hizmeti sırt çantasıyla yürümeye değmeyecek bedelde. Terminale gelip otobüsümüzdeki kırık koltuğumuzla karşılaşında başlıyor asıl film. Hani otobüstün üst katındaki en arka sırada, kalan son ikili koltuğu almıştık ya; kırık olduklarını söylememişlerdi! Yedi saat sürecek 470 km’lik yol var önümüzde. Kırık koltuk kabul ya da idare edilecek bir durum değil yani. Derhal otobüsün her şeyinden sorumlu muavini çağırıyor, el, kol yardımıyla koltuğun kırık olduğunu gösterip bu şekilde yolculuk yapamayacağımızı anlatıyoruz. O da bizi tuttuğu gibi yan taraftaki başka bir otobüsün aynı koltuğuna götürüyor. Ancak orada da yolcu var. Muavin biraz car car yapıp yolcuları oturdukları yerden kaldırıp bizi yerleştiriyor. Diğer otobüsün bagajındaki çantaları son anda kurtarırken, yerini gasp ettiğimiz yolcuların da bizim kırık koltuklarda seyahat etmek zorunda kaldığı kanısındayım. Hoş, bizim yolculuk da şahane sayılmaz. Tam önümüzdeki koltukta hiç durmadan ağlayan bir bebe, onu susuturabilmek için sürekli emziren annesi ve babadan oluşan süper trio. Arkamızda da durmadan takırdayan, otobüsün kırık tavan parçası. Uyu uyuyabilirsen!
Duruma daha fazla dayanamayan mihendiz Yoldaş, mevcut olanaklarla sallanan tavan parçasını dergi, karton, vs aracılığıyla sıkıştırıp gürültüyü kesiyor. Kesiyor da bu ona bir Crocs gözlük çerçevesine mal oluyor. Yürüyen otobüste tamirata kalkınca, uyumak için arka cam önündeki sırt çantasının üstüne koyduğu, Lithuania hatırası gözlük çerçevesinin üstüne düşüp kırıyor. Başka türlü kaza uzak olsun deyip üstüne soğuk su içiyoruz.
Yine sabahın oldukça erken sayılacak bir saatinde yeni bir şehirde, Oruro’dayız. Bu şehir bizim rota planımıza son anda girdi aslında. Buralara kadar gelmişken ne görsek kardır mantığı. Bir süre güneşin yükselmesi ve hayatın başlaması için otobüs terminali bekleme salonunda oyalanıyoruz. Yalnızca uyduruktan bir kafeterya, alt katta tertemiz tuvaletler ve bir sürü otobüs firması satan kulübede bilet ofisleri var, bir de durmadan, usanmadan “Iquique, Iquiqueeeee” (Aikike diye okunuyor) diye bağıran çığırtkan bir abla. Bunca bağırmaya otobüsteki tüm koltukları satmış olduğunu umuyorum.
Rutin hayat başlayınca biz de konaklayacak bir yer bulmak üzere terminalden başımızı çıkarır çıkarmaz yanı başımızda bir turist ofisi olduğunu görüp giriyoruz. Son derece tanıdık bir sahne, içerideki yetkili kendi dilinden başka dil bilmiyor ???? Bize hiçbir yardımı dokunamayacağını anlayınca kendisine iyi günler dileyip ayrılıyoruz. O da bize anı olarak birkaç Oruro kartpostalı hediye ediyor. Birkaç konaklama seçeneği sunaydı daha iyiydi ama naapıcan…
İş başa düşünce dalıyoruz şehrin merkezine yakın sokaklarına. Önce barakadan bir dükkanda yerel tatlarla karnımızı doyuruyoruz. Sonrasında ise gözümüze ilişen her hostelden konaklama bedeli sorup bu şehirde konaklamamaya, geceyi yolda geçirmeye karar veriyoruz. Bu arada yeri gelmişken yolculuk süreci planlamasının mihenk taşlarından biri olan, dönüş yolu için kısa süreli Lima uçak yolculuğu yerine yarı fiyatına günlerce, kilometrelerce sürecek kara yolculuğu kararımızdan söz etmeliyim sanırım. Bu karar daha La Paz’da uzun hesaplamalar ve planlamalar sonunda alınmıştı. Bu karara göre tekrar La Paz üzerinden Puno, Cusco, Lima aktarmalı yol rotası çizildi. Bu şehirlerde birer gece konaklama ve dinlenme molası olacak şekilde uzun süreli bir yolculuk planı yapıldı.
Oruro; ufak, bir günde genel hatlarıyla gezilebilecek bir şehir. Elbette iki gün de ayrılıp sindire sindire, her detayıyla gezilebilir ama biz, akşamı çok daha hareketli ve renkli La Paz’da geçirmekten yanayız. Ve dönüş yolculuğumuz da oradan başlayacak zaten. Bakalım Oruro’da ilk göze çarpan detaylar nelermiş…
Şehrin orta yerinde, mahalle boyunca yayılan bir pazar var. İlk bakışta tezgahlardan yükselen tütsü kokuları, rengarenk hediyelik eşyaşar satanlar ve elbette yine Şaman büyücüleri.
Bu lama ceninlerini anne karnından çıkarıp Tanrı’sına sunan zihniyeti kınıyor, insanlığını sorguluyorum!
Neyse, biz pazarın daha renkli ve keyifli sokaklarına dalalım, yerel halka karışalım.
Bu şapkalar yerel halkın, kadın olsun, erkek olsun, vazgeçilmezi. Bir de kadınların saç örgülerine taktıkları bu saç görüntüli boncuktan aksesuarlar… Bu fotoğrafı çektiğim için azar bile işittim ????
Pazarda zamanın nasıl geçtiğini anlamıyoruz. Şehir merkezinde, bize görülecek az bir şey var. Onu da hızlıca yapıyoruz. Ne de olsa burası piyangodan çıkarttığımız bir yer, ne kadar tadını çıkarsak kardır. Şehre tepeden bakan bir İsa heykeli var ama oraya tırmanacak kadar süremiz yok. Aşağıdan seyretmekle yetinip merkez cadde etrafında dolanıyoruz. Ve gözümüze takılanlar…
İkindi saatlerinde kalkacak otobüsümüz için terminalin yolunu tutuyoruz, tıpkı geldiğimiz gibi yaya olarak. Terminalde ağzımızın suyunu akıtan ramazan pidesi benzeri pidelerden yolluk alıp otobüsümüzün üst kat en ön sıradaki köşküne kuruluyoruz. Keyifli ve seyirli başlayan yolculuğumuz güneşin keskin ışıkları yüzünden perdeleniyor. Ne olursa olsun rahat ve güzel geçiyor yolculuğumuz. Özellikle de varış noktamıza yaklaşırkenki gün batımı saatleri. Tarlalar, ovalar arasında uzayan yollar.
Hava kararmadan yeniden La Paz terminalindeyiz. Bu kez gezmek için değil, uzun süreli dönüş yolculuğumuzda dinlenme molası verme amaçlı. Sabah olabildiğince erken yola çıkmayı planladığımızdan terminale yakın bir hostelde konaklamanın daha mantıklı olacağını düşünüyoruz. Böylelikle yükümüzü olabildiğince az taşımız olacağız. Ancak, konaklamadan daha önemli bir konumuz var ki; yarın sabahki Puno yolculuğu. Zira dönüş yolculuğunda üç para daha fazla verip La Paz – Puno direkt otobüs seferi bulmalıyız. Gelirken deneyimlediğimiz aktarmalı seçenek bir kez daha çekilmez.
Eh, bizim öncelikle yolculuk ve konaklayacak yer sürecimiz olduğuna göre sizi biraz istirahate ama daha çok gezmeye, tozmaya, anılar albümünde bir miktar daha yer doldurmaya alalım. O süreçte biz de yeni karmaşalara dalalım, yeni serüvenlere yelken açalım. Haftaya yine aynı yerde, aynı arsızlıkta buluşalım ????