10-Ulan-Ude, Pazartesi
İŞTE GERÇEK SİBİRYA: 10º
Erkenden iniyoruz Ulan-Ude’ye. Eleonora bizi buluyor, daha doğrusu biz onu buluyoruz o bize bakınırken. Eleonora, Ulan-Ude’de öğrenci sıfatıyla bulunan, aslen Venedikli bir İtalyan. Rusça öğrenmek için altı aydır burada ve birkaç gün sonra memleketine geri dönecek. İngilizcesi yok denecek kadar zayıf. Bizi, istasyona yürüme mesafesindeki öğrenci yurdundaki odasına götürüyor. Saat henüz çok erken olduğundan uyumayı hayal ederken Eleonora bize tahsis ettiği odada iki Belçikalı biyologun kaldığını özür dileyerek haber veriyor. Bu davetsiz misafirlerin çaresizliklerine dayanamayıp bir geceliğine konuk etmiş. Bu küfür gibi haberin üzerine elleriyle hazırladığı İtalyan kahvesiyle kendini affettiriyor. Neyse ki Belçikalılar odayı erken boşaltıyorlar ve biz uykuya çekiliyoruz.
Hava kapkaranlık ve soğuk. 40 derecelik Kazan sıcağından sonra Ulan-Ude’de kış! Öğlen, şehri keşfe çıkıyoruz. Sevimsiz ve sıkıcı bir yer, yapacak neredeyse hiçbir şey yok. Olan biten, Guiness Rekorlar Kitabı’na dünyanın en büyük büstü olarak giren koca bir Lenin kafası ile sağlı sollu dükkanlarla bir boydan bir boya uzanan, yayalara özel bir yürüyüş yolu. Bu soğukta gezmenin de pek bir tadı yok.
Gezi planımıza göre yarınki programda yer alan Datsan’a gitmeye karar veriyoruz. Otobüs terminalinde yardımsever bayanla karate yaparcasına el, kol ve de kafa, göz hareketleriyle iletişim kurarak 130 numaralı otobüse binmemiz gerektiğini öğreniyoruz. Datsan, Rusya’daki Budizm merkezi. Keyifli ve bol manzaralı bir yolculuk sonunda tapınaklarla dolu kocaman bir komplekse varıyoruz. Burada, arzu eden turistlere oldukça cüzi bir ücret karşılığında rahiplerle birlikte konaklama olanağı da sunuyorlar.
Tapınaklar arasında dolanırken yoldaşım düşüşe geçiyor ve hastalanma yolunda hızla ilerliyor. İklimin bir anda 40’lardan 10’lu derecelere düşmesi sapasağlam bir insanı da bir anda yatağa düşürebiliyor! Şehre dönüp alışveriş yaptıktan sonra eve gidiyoruz. Yoldaşıma hemen bol limonlu bir hazır çorba ve ardından C vitamini takviyesi. Akşam yemeği için Eleonora’nın bir üst katında oturan ve o da buradaki eğitimini tamamladığından yarın memleketi Varşova’ya dönecek olan Michael’in konuğuyuz. Michael bize zengin bir sofra hazırlamış. Oldukça kalabalığız. Biz ve Eleonora’dan başka karşı dairede konaklayan samuray kılıklı iki Koreli genç, Tania, Darima ve gecenin esas oğlanı Michael. Yoldaşım, yemek dahi yiyemeden yatağına dönüyor. Koreli çocuklar uzun zamandır bir şey yememişçesine bir performans sergiliyorlar ve yemek biter bitmez odalarına dönüyorlar. Novosibirsk’de bizi ağırlayan hayat dolu üç sevimli kızdan sonra bu gençlerin muhabbeti pek de iç açıcı sayılmaz. Ne yazık ki sohbet edecek kadar İngilizce bilen olmadığından kendi aralarında Rusça konuşup duruyorlar.
11-Ulan-Ude, Salı
KYAKTA KIYAK OLDU
Eleonora’nın bize tahsis ettiği odada rahat bir uykunun üzerine simsiyah bir kış sabahına uyanıyoruz. Şakır şakır yağmur yağıyor. Zaten şehirde de yapacak bir şey olmadığından, 300 km uzaklıkta, Moğol sınırında bulunan Kyatkta adındaki Moğol köyüne gitmeye karar veriyoruz. Biniyoruz 260 numaralı minibüse, yol boyu sağlı sollu ucu bucağı belirsiz taygaların kilometrelerce ötesinde uzayan sıradağların ve yer yer serpiştirilmiş köylerin arasında süzüle süzüle yol alıyoruz. Masal gibi bu manzarada yer alan tek canlı ise göz alabildiğince yayılan yeşilliklerde keyifle otlayan inekler.
Tam da Moğol köyüne yaklaşmışken aracımız bir kontrol noktasında duruyor. Kavanoz dibi karartma camlı gözlükleriyle suratsız bir asker kafasını içeri uzatıp herkesten pasaport istiyor. Bizimkileri eviriyor, çeviriyor, bir şeyler söylüyor. Gel gör ki, bizde ‘no Russian’, abi de ise ‘only Russian! Anlaş anlaşabilirsen. Adam bizi burada indirse halimiz tam perişan! Mongolia’ya giriş vize gerektiriyor, ancak biz Mongolia’nın sınırındaki Kyatka’yı gezip dönecez. Pasaporto, el Turco derken, adam bizimle anlaşamayacağına kanaat getirip salıyor bizi. Fakat bizim sıkıntımız bununla sınırlı değil. Son dönüş otobüsünün saatini bilmiyoruz ve karşı yönden gelen pek araç yok! Dolayısıyla dönülmez akşamın ufkunda olma ihtimalimiz var! Neyse ki iner inmez şehre dönecek epey bir sefer olduğunu öğrenip rahatlıyoruz.
Bu küçük köyde yapılacak bir şey olmadığından ilk minibüsle dönmeye karar veriyoruz. Yolumuz üç saat sürecek ve zaten buraya sadece yol manzaraları için geldik.
Minibüs, yolda kısa bir WC molası veriyor. Bayanlar tuvaleti olarak tahtadan bir kulübe ve tek bir göz yerde yan yana iki koca delik var. İki bayan yan yana çömelip hacetini görürken, yanındaki tanıdıksa sohbet bile edebiliyorsun.
Şehre döndüğümüzde bulduğumuz oldukça büyük ve lüks bir marketten yarın çıkacağımız elli üç saatlik tren yolculuğu için yolluk alıyoruz. Eve dönüşte Eleonora bize İtalyan usulü makarna hazırladığını söylüyor. Darima da bizim gelişimiz ve Eleonora’nın vedası için bir şişe Rus şampanyası patlatıyor. Yemeğin ardından biraz sohbet edip vedalaşıyoruz.
Sabahki trenimize yetişmek için 02.30’da evden çıkacağız. Bulunduğumuz yer her ne kadar istasyona yürüme mesafesindeyse de o saatte pek tekin olmayacağından kızlar taksiyle gitmemiz konusunda ısrar ediyorlar.
12-Tren, Çarşamba
TRENDE 53 SAAT!
04:00’de en uzun tren yolculuğumuzu yapmak üzere Ulan-Ude’den Khabarovsk’a hareket ediyoruz. Trene biner binmez yataklarımızı hazırlayıp uykuya kaldığımız yerden devam ediyoruz. Bu seferki tren yolculuğumuzda her ikimiz de zorunlu olarak üst yataklardayız. Koca trende kalan son üç yataktan ikisiydi bunlar. Elli üç saatlik yolculuk çetin geçecek gibi gözüküyor. Hadi bakalım hayırlısı!
Bu seferki kompartıman arkadaşlarımız alt yatakları karşılıklı kapmış, emekli görüntülü bir karı-koca. Kadın son derece güler yüzlü, bizi alt taraftaki yataklara oturmaya davet ediyor ama elalemin yatağına oturmak bizim racona pek uymuyor. Zaten biz yukarı katı çoktan ev kıvamına getirdik bile! Zamanın çoğu koridordaki pencere kenarında geçiyor.
Yol boyu güzel manzaraların keyfini çıkarıyoruz. Yemyeşil vadilerin ortasında ilerleyen trenimizle saklambaç oynayan bir nehir adeta trenin penceresine vantuzluyor seyredeni.
13-Tren, Perşembe
Trenimiz Sibirya steplerinde süzüle süzüle yol alırken yolculuğumuzun yarısı bitmiş bile! Öğleden sonra yoldaşımın dün tesadüfen bulduğu, restoran vagonunun girişindeki, dış kapılarından birisi açık, havadar koridorda buz gibi biralarımızı yudumlarken etrafı seyredip bol bol fotoğraf çekiyoruz. Aşçımız Sergei de kupasından çaktırmadan içtiği birasıyla ve kelime bazındaki İngilizcesiyle muhabbetimize katılıyor arada sırada. Fırsat buldukça da bir arka vagonun sorumlusu kondüktör kızın orasını burasını sıkıştırıyor.
Biz restoran girişi havadar yerimizde keyifle yol alırken Sergei’nin “Earl”ün kopyası, bıyıklı arkadaşı temizlik yapacağını söyleyerek restorana gitmemizi işaret ediyor. Anlamamazlıktan gelelim derkeeennnn abi önce ağzına kadar dolu çöp poşetini, ardından da açık kalması için dış kapının önüne konmuş kapaklı teneke kovayı savuruyor hızla ilerleyen trenden aşağıya. Bir yandan gülme krizine girmiş, anlıyoruz ki gitmezsek sıra bize gelecek!
Paşa paşa kompartımanımıza döndüğümüz sırada bir de bakıyoruz bizim emekli oda arkadaşları da karşılıklı biralarını tokuşturuyorlar ve bizi görür görmez muhabbetlerine davet ediyorlar. Dimitri ve Allen sandığımızdan çok daha muhabbet insanlar. Altı gündür trende yolculuk ediyorlar, Moskova’dan Khabarovsk yakınlarında yaşayan, Allen’in arkadaşlarına konuk olacaklar. Beden diliyle kurduğumuz iletişimle Dimitri’nin 60, Allen’in ise 65 yaşında olduğunu öğreniyoruz. Muhabbet gecenin ilerleyen saatlerinde iyicene koyulmuşken onlara gezimizi anlatmaya çalışıyoruz ve Irkutsk, Baikal derken konu omul balığının unutamayacağımız lezzetine geliyor. Dimitri yatağının altındaki çantalardan birinden çıkarıveriyor arkadaşlarına hediye olarak götürdüğü omullardan bir tane ve bir güzel ayıklıyor ortaya. Gecenin getirdiklerine bak! derkeeeennnn bu sefer Allen eğiliyor yatak altındaki bir başka çantaya ve hoooppp bir şişe kanyak (1/4’ü kalmış altı günlük yolculuğun son gecesine), iki adet shot bardak ve biraz mandalina çıkıyor sepetten. Hadi bakalım “NA ZDROVIA”! Bu Ruslar gerçekten muhabbet insanlar. Gecenin bitesi yok da biz bittik! Sabah hem bizim hem de sevimli emekli dostlarımızın son durağı.
Raylar altımızdan akıp giderken, zamana da karşı koymak mümkün değil maalesef. Elli üç saat meğer ne kadar kısa süreymiş ! Uzun sandığımız yollar meğer nasıl da hızla bitermiş. Yavaş yavaş yolun sonuna doğru yaklaşırken bakalım bir sonraki durağımız Khabarovsk’ta neler, kimler eklenecek serüvenimize ?