Gezinin kilit noktalarından bir tanesi, Peru’nun en gözdesi, dünyanın yedi harikasından bir tanesi, tüm gezginlerin hac yeri Machu Picchu’ya gidiyoruz bu hafta. Daha önce de söz ettiğim gibi Peru hükümeti kayıp şehrin, Hiram Bingham tarafından tesadüfen keşfedilmesinden sonra burayı bir para makinesine çevirmiş. Şehre her gün 2500 ziyaretçi kabul ediliyor. Bu nedenle üzerinde adınız, pasaport numaranız ve giriş tarihi belirtilen giriş biletinizi önceden edinmenizde yarar var. Zira, önceden hükümet tarafından Kültür Bakanlığınca ya da internet aracılığıyla alacağınız bilet için kişi başı 152 SOL (45 $) ödeyecekken, kapıdan alacağınız bilete 70 $ ödemek zorunda kalacaksınız. Tabii eğer içeri giren gezgin sayısı da buna müsaade ederse. Bu bedel yalnızca kayıp şehir Machu Picchu için geçerli olup Wayna Picchu, Machu Dağı ve müzesi için ayrıca bilet almak gerekiyor ve bu biletler ayrıca satılmadığından ilk biletinizi alırken gezi seçiminizi belirleyerek biletinizi ona göre kestirmelisiniz. Tarihi alandaki gezinizi öğleden sonra yapmayı düşünürseniz giriş bedeli 100 SOL (30 $) ya da kapıda 53 $’a iner ama bunu hiç tavsiye etmem, hem yakıcı sıcakta gezmek zorunda kalırsınız hem de içinize sindire sindire gezemezsiniz.
Tüm bunların ötesinde ulaşım sorununuzu çözmeniz gerekiyor. Kolay değil tabii, dünyanın gözdesi bir yere gidecek ve artık gerçek bir gezgin olacaksınız! Kayıp şehre ulaşım ne yazık ki pek öyle kolay değil. Cusco’dan kalkan trenlerle enfes manzaralı yolculuğun tadını doya doya çıkarabilirsiniz ama bunun bedeli en sıradan ve hatta birçoğunuz için konforsuz nitelendirilecek tarifeyle kişi başı 51 $’dan başlıyor, keyif ve beklenti standardınıza göre 100 $’a kadar çıkabiliyor. Peru Demiryolları (Peru Rail), kendi vatandaşına ayrı, turiste ayrı tarife uyguluyor kayıp şehir rotasına. Kendi vatandaşına çok daha ekonomik bir bedel karşılığında hizmet veriyor oluşuna gözleriniz parlamasın, turist olarak o bedele seyahat etmeniz olası değil. Kimlik kontrolüne takılırsınız, denememeniz daha hayırlı olacaktır!
Hatırlayanlar hatırlar; otobüs seçeneğini araştırıp göze almamıştık. Ama siz Urubamba üzerinden otobüsle gitmeyi düşünürseniz, bunu Cusco’dan planlayabilirsiniz. Biz, tesadüfen bir hostel’in minibüsle kişi başı 80 SOL’e götür-getir servisi sattığını görünce bu seçenekte karar kılmıştık. Gidiş dönüş tarih ve saatini belirleyip biletinizi alıyorsunuz, sabah belirtilen saatte Cusco Plaza de Armas’ta hazır bulunuyorsunuz. Araç sizi Maras, Ollantaytambo, Santa Maria, Santa Teresa üzerinden Hidro Electrica kasabasına götürüyor. Yolculuk 7 saat civarında sürüyor. Sonrasında başka bir yolculuk başlıyor ki, bahse girerim bu daha önce hiç deneyimlemediğiniz, belki de asla deneyimlemeyeceğiniz ama benim en unutulmaz yol maceram olacak! Biraz merak edin canııımmm. Hele bir yola çıkalım önce Cusco’dan. Üstelik daha ısıtılıcılı odamızdaki gecemizden hiç söz etmedim ????
Hani bahçe suitindeki içlik, bere, çorap üçgeninde pek sevimsiz geçen konaklamamızdan sonra “ısıtıcı”sı olan başka bir hostel’e taşınmıştık ya, tüm nimetlerinden yararlanıyoruz elbet. Isıtıcı biz odada yokken bile çalışıyor sıcağın konforunu yaşayalım diye. Hijyenle epey bir hasret gideriyoruz ve sabaha kadar düşük oksijenli ama sıcak bir ortamda uyuyoruz. Sabah erkenden uyanıp semerlerimiz sırtımızda merkez meydana yürüyoruz. Yola çıkacağımız minibüs Mc Donald’s önünden kalkacak. Bizim gibi birkaç sırt çantalı daha geliyor ve kısa bir süre sonra iyicene kalabalıklaşıyor ortam. Servis otobüsleri de peş peşe gelmeye başlıyor. Etrafımızdaki herkeste küçük bir sırt çantası ve elinde yolluk torbası. Bizim sırtımızda ise normal yolculuk çantalarımız! Yolluk olarak ise biraz peynir, ekmek ve iki büyük şişe suyumuz var. Fakat tüm bunların ötesinde peş peşe gelip sıralanan araçlardan hangisi bizimki diye bir aşağı bir yukarı tavuk gibi koşuyoruz. Ve gösterdikleri bir araçta kalan son ikili koltuğa, şoför arkasına konuşlanıyoruz. Minibüsün tüm koltukları dolu olarak söylenen saatte yola çıkıyoruz. Ve ağız coca yaprağı dolu, kafada deli sorular başlıyor. 7 saatlik yolculuğumuz boyunca tuvalet işi nasıl çözülecek, yeme-içme işi yolluk torbasıyla mı sınırlı, bu çantalar bize ne kadar ızdırap olacak, konaklama, vs, vs, vs. Neyse, bindik bir alamete, gidelim o halde kıyamete. Dolana dolana yol alan minibüsümüz birbirinden güzel manzaralar sunuyorken keyfini çıkaralım.
Şehirden çıkan minibüs tırmanıyor da tırmanıyor, bir süre sonra ufak bir kahvaltı molası veriyor. Ve fakat, tüm diğer otobüs, minibüs, vs de aynı yerde mola verince tuvalet kuyrukları uzadıkça uzuyor. Neyse ki biz iner inmez o işi halledip kahvaltı faslını sonraya bırakmışız. Tren raylarının kenarına çıkınımızı açıp, ekmek arası domates ve parmesan peynirinden oluşan menümüzle karnımızı doyuruyoruz.
Yarım saatlik molamızın bitiminde tekrar yola koyuluyoruz. Yol çok keyifli, manzaralar nefes kesici. Köylerden geçiyor, dağları aşıyor, zirvelere, daha zirvelere çıkıyoruz.
Yer yer tren hattına paralel ilerleyen yol bir yerden sonra stabilize yola dönüşüyor. Paldır küldür ilerleyen aracımız iyicene yükseklere çıkıyor ve yol adeta “ölüm yolu”na dönüşüyor. O kadar dar bir yolda ilerliyoruz ki, aşağısı bakmaya cesaret edemeyeceğiniz yükseklikte bir uçurum ve trafik çift yönlü işliyor. Yol, tek bir araca bile zar zor geçit veriyor yer yer. Şoförler öylesine alışkın ki, bastırıp gidiyorlar ve o çok dar dönemeçlerde arabanın neredeyse bir yön tekerleri uçurumun aşağısına kayıyor. Altınızdaki toprak da kurak ve darmadağın olan cinsten.
Santa Teresa’da bir mola daha veriyor minibüs, tabii yol boyunca zaruri ihtiyaç çerçevesinde birkaç yolcunun durdurmasını hariç tutuyorum. Bu, varış yerinden önceki son durak, öğle yemeği içinmiş. Biz, elbette ufak bir tur atıp etrafı görmeyi ve fotoğraf çekmeyi tercih ediyoruz. Bir köy bakkalından mandalina ve bu yolculuğun sonunda başlayacak ikinci yolculuğumuz için su tedarik ediyoruz.
Yarım saat, kırk dakika kadar daha yol yaptıktan sonra son durak Hydro Electrica’ya varıyoruz. Burası adından da tahmin edebileceğiniz üzere bir hidro elektrik santrali. Buradan sonra Machu Picchu’ya erişebileceğiniz tek kasaba Aguas Calientes’e karadan ulaşımınız son buluyor. Minibüsler yolcularını burada indiriyor ve dönüş yolculuğu için tekrar buradan alıyor. Buradan sonra ne mi yapıyorsunuz? Ya paşa paşa paracıklarınıza kıyıp trene biniyor ya da tek yol seçeneğiniz olan tren yolunu yürüyerek geçiyorsunuz. Sırtınızda çanta, rayların üzerinde 3,5 saatlik bir yürüyüş yolculuğu her ne kadar kulağa pek bir uçuk gelse de sizinle aynı anda yürüyüşe başlayan yüzlerce gezgini görünce sandığınız kadar marjinal bir trip olmadığını anlıyorsunuz. Eğer minibüsün son mola verdiği kasabada su, yiyecek gibi gereksinimlerinizi sağlamadıysanız bu son noktada esnaf sizi, “kucak açmış” fiyatlarla bekliyor, bilginiz olsun!
Burası trenler için Aquas Calientes’den önceki son durak. Son dakikada yolda yeterince yorulup bunu göze alamayanlardan trene binenler oldu. Bizde dönmek yok elbet. Zaten trene binecektiysek, ne diye buraya kadar 7 saatlik, bir kısmı ölüm yolunda yol yaptık? Yol yürümesi kolay nitelendirilebilir. İlk başlarında tırmanılan çok küçük bir yokuştan sonrası neredeyse düz sayılabilecek, ağaçlar altında, son derece keyifle ilerliyor. Güzel manzaralardan geçiyor, yeşile doyuyorsunuz. Keşke şu sırt çantaları da daha ufak ve hafif olsaydı.
Ağaçların gölgesinde keyifle yol alırken yer yer küçük işletmelere rastlıyoruz. Bunlardan birinde oturup soluklanabilir, bir şeyler atıştırabilirsiniz. Biz yol alıp hava kararmadan kasabaya girmeyi tercih ediyoruz. Zira daha yatacak yerimiz de yok ???? Elbette yol boyunca enfes manzaraların tadını çıkarıp bol bol fotoğraf çekiyoruz.
Yol, her ne kadar yürümesi kolay ve tehlikesiz olsa da bazı yerlerinde adrenalin yaşamıyor değilsiniz. Öncelikle burası hala çalışan bir tren hattı olduğu için trenlerin öttürdüğü düdükle yerinizden hopluyor, yol kenarına atıveriyorsunuz kendinizi. Ve sonrasında bekle bekle gelen giden yok! Sanki şuracıkta çaldı o düdüğü, nerede bu tren peki? Epey bir süre sonra geçiyor yanınızdan. Yolcularla el sallaşma fasılları. Bize göre onlar o parayı verecek kadar enayi, onlara göre biz bu yolu yürüyecek kadar sefil ya da deli ????
Esas gerilim derelerin üzerindeki dar köprülerden geçerken. Hele bir de tam ortada akrobasik hareketlerle ilerlerken tren düdüğü duyulunca.
Karanlık çökmeye başlarken sırtımızdaki çantaların yükü de iyiden iyiye omuzlarımıza çökmeye başlıyor. İlerideki ışıkları görüp ha geldik, ha geliyoruz derken, konaklama işini nasıl çözeceğiz kaygısındayız. Kasabanın girişindeki lüks otelin önünde WiFi yakalayıp Booking’den oda bulma umudumuz da yanıt vermeyince kalan son gücümüzle kasaba merkezine doğru tırmanıyoruz. Kasabada bir festival havası, herkes sokaklarda, bir bandonun peşinde güle oynaya şarkılar söyleyip kasabanın sokaklarını dolaşıyor. Peşimizden birer birer kasabaya giriş yapan, ve hatta bizden önce giriş yapmış onca sırt çantalı yayan gezgin nerede kalacak bu ufacık kasabada??? Stres iyicene rakım yükseltirken kasaba meydanına çok yakın bir yerde salaş bir hostel’den banyosu, tuvaleti içinde, sıcak suyu olan bir oda tutuyoruz. Biraz rutubetli, biraz yol geçen hanı ve hiç penceresi olmayan bir oda ama bu ufacık kasabada, belli ki bir festival zamanı, akın akın tren raylarını aşmış onca ziyaretçiye karşın bize ait bir oda. Hemen yüklerimizden kurtulup dalıyoruz kasabadaki karmaşaya. Öncelikle yarın sabah için Machu Picchu’ya götürüp getiren otobüslerden birine, olabildiğinde erken bir saate bilet almamız gerekiyor. Malumunuz, Machu Picchu, günübirlik ziyaret edilebilen bir tarihi alan. Buraya en yakın merkez Aguas Calientes kasabası ve buradan gidiş, dönüş otobüs seferleri yapılıyor. Bazı gezginler oraya da yayan gidip dönerek maliyeti azaltıyorsa da biz onca yükseğe yürüyerek çıkmayı göze almak istemiyoruz bu oksijensizlikte. Zaten yakın geçmişte deneyimlediğimiz bir Colca Kanyonu maceramız var! Dönüş yolu aşağıya doğru ineceğinden bunu yayan gerçekleştirebiliriz düşüncesiyle yalnızca tek yön gidiş bileti alıyoruz. Böylelikle iki kişi için 39 $ yerine 20 $ ödeyerek az da olsa kazançlı çıkıyoruz.
Sabah 05.30’a tek yön biletlerimiz de hazır olduğuna göre artık keyif zamanı. Meydanın dibindeki mercado’da (merkez pazar yeri) karnımızı bir güzel doyuruyoruz. Sonrasında meydanda kafasına göre takılan yüzlerce gezginin arasına dalıyoruz. Biralarımızı yudumlayıp günü düşündükçe o raylarda güruh halinde yürüyen gezginleri bir ülkeden başka bir ülkeye topluca göç eden kaçak mültecilere benzetmeden edemedim. Meydan karnaval yeri gibi, zamanın nasıl geçtiğini anlamıyor insan ama yarın sabah erkenden uyanıp asıl hedefimize varmak üzere yollara düşeceğiz. Yatmamız, uyuyup sabaha dinç uyanmamız lazım.
Aguas Calientes tahmin ettiğimden çok daha fazla keyifli ve canlı bir kasaba. Burayı size daha sonra tanıtacağım. Biraz merakta kalmazsanız ne zevki olur bir sonraki haftayı beklemenin? Hem 7 saatlik bir minibüs yolculuğu üstüne 3,5 saat boyunca sırtında kocaman, önünde küçük bir çanta, elinde erzak torbası, tren raylarını yürüyerk aşan bir gezgine biraz uyku hakkı tanıyın canım ????
Tabii bu arada bol bol gezmeyi, yeni yerler görmeyi, yeni insanlar tanımayı ihmal etmeyin. Ne demiş Miguel de Unamuno, “Faşizm okumakla, rasizm seyahat etmekle tedavi olur.”
SEVGİLER…