Rotamız, İnka medeniyetinin doğum yeri, imparatorluğun merkezi ve başkenti olunca gezi listemiz de bir o kadar kalabalık. UNESCO Dünya Miras Listesi’nde yer almayı hak etmiş, Amerika Kıtası’nın en büyük imparatorluğunun görkemli başkentini keşfediyoruz ne de olsa. Rivayete göre Güneş Tanrısı İnti’nin soyundan geldiğine inanılan, Queshua halkının ilk İnkası Manca Copac, alimlerinden dünyanın göbeğini bulmalarını istemiş. Ve bulunan noktaya kustal dağ aslanı puma biçiminde Qosq’o şehrini inşa ettirmiş. Ancak, günümüzde çok genişleyen şehir puma biçimini kaybetmiş. Şehri istila eden İspanyollar, İnkalar’a ait birbirinden değerli saray, tapınak, katedral, manastır gibi yapıları yerle bir edip kendilerine yaşam alanı oluşturmuşlar. Öyle ki, pek çok yapının temel ve duvar taşları sıradan evlerin yapımında kullanılmış. İspanyol istilasındaki şehir, o dönemlerde pek de gözde değilmiş. Taaa ki Hiram Birgham’ın başka bir kayıp şehrin kalıntılarını ararken Machu Picchu’yu bulmasına değin. O tarihten bu yana Cusco, dünyanın en çok gezgin çeken, en gözde rotası olmuş.
Geçen hafta biracıda verdiğimiz moladan sonra neler oldu, onunla başlayalım bu haftaki maceramıza. 3400 metre yükseklikte olduğumuzu her solukta hissettiğimiz bu güzel şehrin gece de bir başka güzel olduğunu gördük. Özellikle meydan ve eski şehir bölgesi gece ışıklar içinde de en az gündüz olduğu kadar çekici.
Konakladığımız bahçe suit buz gibi olduğundan uykuya içlik, mont, çorap üçlüsüyle hazırlanıyorsunuz. Duş gibi hijyenik şeyleri aklınızdan bile geçirmeyin! Yaz, kış soğuk suyla yıkanan ben bile buna cesaret edemedim. Bu nedenle hostel değişikliği kararı alıyoruz. Gezerken meydanın etrafında denk geldiğimiz hostellere önce ısıtma olup olmadığını soruyor, sonrasında konaklama bedeliyle ilgileniyoruz. Pek çok yere girip çıktıktan sonra, meydanın bir üst sokağında, odada elektrikli ısıtıcı bulunan, ortası avlulu bir hostelle uzlaşıyoruz. Artık sıcak bir odamız da olduğuna göre ikinci önemli konumuz olan, bir sonraki rotaya ulaşım planına odaklanabiliriz.
Gezimize başlamadan önce Plaza de Armas’dan San Pedro pazarına giden yol üzerinde bulunan turizm ofisine uğrayıp bilgi alıyoruz. Rotamızdaki bir sonraki durak Machu Picchu’ya girebilmek için önceden bilet alarak rezervasyon yaptırmak gerekiyor. Evet, evet, yanlış anlamadınız. Kayıp şehre her gün belirli sayıda ziyaretçi alındığı için önceden bilet almak ve sinemaya, konsere gider gibi biletin üzerinde yazan tarihte gitmeniz gerekiyor. Tabii tüm bunların dışında her yönüyle ticaret unsuruna dönüştürülmüş bu güzide şehre ulaşımınızı planlamanız ön koşul.
Turizm ofisinde neredeyse her görevli çok düzgün İngilizce konuşarak, tüm sorularınıza açık ve net yanıt veriyor. Harita, broşür türünden dokümanların ise tamamına buradan ulaşabilirsiniz. Buradaki görevli Machu Picchu giriş biletlerimizi Garcilaso Caddesi üzerinde bulunan Kültür Bakanlığından (Ministerio de Cultura) alabileceğimizi söylüyor. Pasaportlarımız yanımızda olduğundan hemen oraya gidip kayıp şehre giriş biletlerimizi sağlam bir ücret ödeyerek alıyoruz. Yol planımız ise henüz netleşmiş değil. Çünkü ulaşım da ayrı bir “sağlam” tutar. Yaptığımız araştırmalar sonucunda elde ettiğimiz her türlü veriyi araştırdıktan sonra belirleyeceğiz ulaşım planımızı.
Quillabamba’ya giden otobüslerin kalktığı terminale gidiyor, oradan hemen yakınındaki başka bir terminale yönlendiriliyoruz. Elbette buraları bulma çabalarımız çerçevesinde şehrin pek de bilinmedik köşelerine, sokaklarına dalıp çıkıyor, tam bir yerli gibi şehri yaşıyoruz. Gittiğimiz terminal küçük, çığırtkanların kolunuza girip hiç anlamadığınız halde sizlerle koyu bir sohbet geliştirerek, bilet satmaya çalıştıkları bir yer. Sıklıkla kalkan Quillabamba otobüslerinden birine bilet alıp o otobüsün son varış noktası Santa Maria’dan başka bir otobüse binmeniz gerekiyor. Tüm bu macerayı ödediğimiz Machu Picchu giriş bedelinden sonra göze alamıyor, bu seçeneği eliyoruz.
Geldiğimiz bilinmez sokaklara gire çıka tekrar merkeze dönüyor ve kişi başı 2 SOL karşılığında bindiğimiz halk otobüsüyle tapınak kalıntılarının bulunduğu Saqsaywaman arkeoloji bölgesine bir saate yakın sürecek uzun bir yolculuk yapıyoruz. Döne döne yüksek zirvelere tırmanan otobüsten Tambomachay tabelasını görünce iniyoruz. İnkalar’ın dinlenme yeri olarak bilinen Tambomachay, bir kaplıca tesisi ve buradaki banyolara su taşımak amacıyla oluşturulan kanallar günümüzde hala işlevsel durumda. İçeriye giriş ücretli. Bu alanda bulunan birbirine yakın tarihi eserlerin bir kısmına ya da tamamına girmenize olanak tanıyacak seçeneklerde kombine bilet alabilirsiniz. Turizm ofisinde bu bilgiyi vermişlerdi. Ama biz gezimizde tapınakların her birinin içine girip detaylı gezmektense, dışarıdan görecek uzun bir yürüyüş rotasını tercih ediyoruz. Yani, otobüsle tırmandığımız yolu yürüyerek ineceğiz.
Elimden eksik olmayan torbam ile lütfen dalga geçmeyiniz! İçinde 2,5 litrelik suyumuz var. Bu rakımda nefes alabilmek için bol su tüketmemiz gerekiyor!
Puca Pucara kalıntıları. Adını inşa edildiği kırmızı granit taştan alan kale, şehri yağmacı çetelerden koruma amacıyla yapılmış.
Yürüyüş parkurumuz üzerinde pek çok köyden geçiyoruz, birbirinden güzel manzaralara denk geliyoruz.
Köy bakkalı her yerde aynı.
Neredeyse her evin çatısında bu inek ikilisi var. Sanırım bir tür uğur, bereket getirdiğine ya da kötülükleri kovduğuna inanılıyor.
Saqsaywaman Arkeolojik Parkı sınırlarında en derin iç çektiren manzara bu oldu. O iki teker tepesinde buraları gezmenin zevki paha biçilmez olurdu şüphesiz.
Biz yolumuza tabanvay devam. Yokuş aşağı indiğimiz için lamalar, atlar, doğanın huzur veren sessizliğiyle kilometreler azalıyorsa da, yüksek irtifa krizi yoldaşı yeniden yokluyor. Hem de aşırı halsizlik ve solunum sıkıntısıyla epey bir silkeleyerek. Çok ufak hareketlerle bile vücudun çabucak yorulması artık bizim için sıradan bir durumsa da, aşırı bitkinlik ve boğulma atakları yaşamayışımı bendeniz coca yaprağına, sevgili yoldaşım ise ciğerlerimin daha ufak olmasına yoruyor.
Sık molalarla, bol su tüketerek yolumuza devam ediyoruz. Aslında geldiğimiz otobüslerden birine el edip binebiliriz ama hem yol, hem doğa bırakılmayacak kadar güzel. Bir de kollarını açmış, tepeden tüm şehri kucaklayan Huerto’yu (Cristo Blanco) görmeden turumuzu tamamlamak istemiyoruz. Ya da en azından ben öyleyim, yoldaşım da bu konuda son derece saygılı! ????
Şehrin her yerinden görünen bu dev İsa heykeli Corcovado’dan sonra pek bir sönük kalsa da yine de görmeden gitmek olmaz. Yoldaş, bu tepeye tırmanmayı “esefle” kınayarak aşağıda dinlenmeyi tercih ediyor. Tepe dediğim, basamaklardan çıkılan küçük bir yükseklikse de bu düşük oksijenli koşullarda gerçekten büyük sayılabilecek bir çaba. Çıkmasak ne olur diyenlere “hiçbir şey” olmaz olur yanıtım. Hava da gökyüzünden tahmin edebileceğiniz gibi iyicene pisleşti. Hafif çaplı bir fırtınaya eşlik eden yağmurumsu bir durum. Buradan sonra yapılacak en iyi hamle otobüse binip şehir merkezine gitmek olur.
Merkeze iner inmez ilk işimiz bir eczaneye gidip yüksek irtifa hastalığı için ilaç almak. Zaten tüm eczanelerin vitrininde bu ilaçların reklamını görüyorsunuz. Gelmeden önce yaptığım araştırmalar sonucu ilacın içeriğinin coca yaprağıyla aynı etkiyi yarattığını okumuş, gezgin bir hekim arkadaşımdan da kimyasal kullanmanın artı yan etkileri olabileceği konusunda uyarılmıştım. Bu arada eczanelerde ilaçlar kutu olarak değil, tane ile satılıyor. Yoldaş, yemek yemeyi bile beklemeden hemen yutuyor bir ilaç. Ve gezmeye devam.
Her ne kadar tapınak, manastır, katedral türünden yerlere özel bir ilgimiz olmasa da şehir merkezinde bulunan, İnka İmparatorluğunun en kutsal ve önemli yapıtlarından sayılan Güneş Tapınağı Qorikancha’yı merak ediyoruz.
İçeri giriş ücretinin 40-60 SOL (15-20 $) arası olduğunu duyunca dışarıdan görmekle yetiniyoruz. Önünde çok keyifli bir parkı var. Zaten bunca yorgunluğun üzerine bir de burayı gezmek çok akıllıca olmayacak. Çünkü bizde zaten bir gezme arsızlığı var, ilaçla da olsa o sokağa da, bu pasaja da girip çıkmadan duramıyoruz. Tapınağın girişi oldukça kalabalık. Turist grupları içeri girmek için sırada bekliyor.
Tapınağın yan sokağından bir duvar kesiti. Tipik İnka duvar sanatı. Bu kadar büyük taşları nasıl bu kadar kusursuzca yontup bu kadar düzgün sıralamışlar, anlaşılması güç gerçekten. Üstelik İspanyollar şehri istila ettiklerinde neredeyse taş üstünde taş bırakmamışlar. Buna karşın, kalan örnekler İnkalıların taşı yontma ve kullanmadaki ustalıklarını göstermeye yetiyor da artıyor.
Turist akınına uğrayan tapınağın giriş kapısı önündeki yöresel kıyafetleri ve şapkalarıyla, kucaklarında çamaşır makinesinden çıkmışçasına temiz bir yeni doğmuş lama taşıyan Perulu kadınlar onlarla fotoğraf çektirmeniz konusunda çok ısrarcılar. Çünkü bu işten para kazanıyorlar. Bebek lamayı kucaklayıp fotoğraf çektirmek için yarışan bunca turist varken bence güzel bir gelir kapısı yaratmışlar.
Tapınağın hemen arkasında bulunan mahalle çok daha çekici geliyor bize. O tarafa yöneliyoruz. Orada da birbirinden güzel fotoğraf kareleri çıkıyor karşımıza. Bir meydanda biraz soluklanıyoruz. Ardından San Agustin Caddesi boyunca yürüyerek gözümüze takılan her şeyin fotoğrafını çekiyoruz. Öylesi keyifli bir şehirde geziyoruz.
Santo Domingo Katedrali
Cusco, gezmeye doyamayacağınız, her köşesinden ayrı keyif alacağınız bir şehir. Bugüne kadar gördülerim arasında “en”lerde yerini alır. Fakat biz hem yorgun hem de açız. Karnımızı doyurabileceğimiz en güzel yer ise şehre ilk geldiğimizde denk düştüğümüz pazar sokakları. Bu nedenle tekrar San Pedro Market’i kerteriz alıp etrafındaki hareketli sokaklara dalıyoruz. Akşam da ayrı bir curcuna. Yere tezgah açmış seyyar satıcılar, yemek satan arabalar, çığırtkanlar, meyveden, sebzeye, çorbadan, çoraba, yok yok. Vitrinde, elindeki wok tavada noodle’ları evire çevire döndüren, arada sırada da ocaktaki ateşten alevler çıkartan bıyıklı abinin esnaf lokantasına dalıp bize de bundan diyoruz. Gelen porsiyon akıllara zarar, fiyatı ise bir o kadar komik. Abi, noodle’ın içine ne varsa koymuş. Patlayana kadar doyuyoruz. Bir kamyonetin kasasında, elindeki megafonla mandalina satan abladan da şifa niyetine bir torba dolusu mandalina alıyoruz.
Anlaşılan bu şehirde hayat hiç yavaşlamıyor. Bizde yavaşlar mı? Sanki gün boyunca hiç gezmemişçesine arsızca dalıp çıkıyoruz gördüğümüz her yere. Ama bizi yarın neler bekliyor neler!!!
Önce “ısıtıcısı olan” yeni odamıza gidip, hijyenle buluşacağız. Ardından pılımızı pırtımızı toplayıp bir güzel uyuyacağız. Çünkü yarın erkenden yollara düşeceğiz o tahmin ettiğiniz yere. Tahmin edemeyeceğiniz ise nasıl gideceğimiz. Her şey planlı, ama söylersem bir hafta boyunca neyi merak edeceksiniz ki?! J
Haftaya bugün, ısıtıcılı yeni odamız, oksijeni düşük uykumuz ve yol maceralarımızla yeniden buluşacağız. O zamana kadar fazla aklınızı yormayın, zira bizde olsa bunca macerayı bu kadar kısa zamana sığdırmazdık sanırım. Sevgiyle kalın, geziyle kalın, hoşça kalın…