Gezmeye, görmeye doymadığım şehirlerdendir Paris, şarap, peynir kokusunun birbirine karıştığı. Eiffel’i, Champs de Mars’ı, Champs-Elysées’si, Seine nehri, skandal yaratan cam piramiti… Victor Hugo’nun unutulmaz satırları, köprü üstü sanatçıları, Notre Dame’ın güzeller güzeli Esmeralda’sı… Camambert’i, salyangozu, metrosu, işte size kıssadan hisse bir Paris sunusu…
Birçok büyük şehirde olduğu gibi Paris’te de şehrin iki yakasında iki farklı havaalanı bulunmakta; Charles de Gaule ve Orly. Her ikisine de Türkiye’nin büyük şehirlerinden uçuş bulunup, her iki alandan da şehir merkezine ulaşım oldukça kolay. Biz genelde ucuz uçuşları tercih ettiğimizden, çoğunlukla Orly’e iniyoruz. Buradan Orlyval, insansız raylı taşıtla Antony’e kadar gidip buradan RER, B hattını kullanarak, şehir merkezinde gideceğiniz yere uygun istasyonda inebilirsiniz. Bileti havaalanındaki makineden kuruş Euro ya da kredi kartı kullanarak temin edebilirsiniz. Danışmadan almayı tercih ederseniz komisyon ödemeniz gerektiğini vurgulamak isterim.
Paris, çocukluk yıllarımdan bu yana, hayatıma damgasını vurmuş bir şehir… Her köşesi, her mevsimi ayrı güzel. İlk yurt dışı deneyimim, ilk kültürlerarası farkındalığım. Noel’e hazırlanırken bir başka güzel. O zaman vuralım kendimizi şıkır şıkır Paris sokaklarına…
Gezimizi Paris’in kalbi sayılabilecek Champs-Elysées’ye en yakın ve şehrin en keyifli meydanlarından biri olan Concorde’dan başlayalım. Meydanın hemen altı metro istasyonu olduğundan her yerden ulaşımı son derece kolay. Hemen arkada Eiffel Kulesi tüm ihtişamıyla ışıldarken, Gustave Amca’yı anmadan geçmiyoruz elbet. İyi ki dikmiş, bir zamanlar Parisliler’in çirkinlik abidesi olarak gördükleri bu dev demir yığınını. Ve meydanın orta yerinde yükselen obelisk, taaa nerelerden getirilip buraya konmuş. Onu da görmezden gelemeyiz elbet.
Aux Champs-Elysées, aux Champs-Elysées
Au soleil, sous la pluie, à midi ou à minuit
Il y a tout ce que vous voulez aux Champs-Elysées
Joe Dassin’i de anmadan Champs-Elysées’yi gezmişliğim neredeyse yoktur. Beyin otomatik olarak devreye sokuyor bu şarkıyı.Gerçekten de dilediğiniz her şey var bu caddede. Bir ucunda Zafer Takı (Arc de Triomphe) diğer ucunda ise Concorde meydanı ve devasa dönme dolabı.
Bir de Noel pazarı kurulmuş. Ufak kulübelere kurulmuş tezgahlarda takıdan, giysiye, ahşaptan, yiyeceğe ne ararsanız var. Ve bütün şehir burada sözleşmişçesine bir kalabalık.
Somonlar şişte cızırdarken görüntüsü ciğerinizi, ücreti hafiften cüzdanınızı yakıyor. Pazar, çok keyifli ama biz Türk gezginler için biraz pahalı diyebilirim. Ne de olsa TL karşılığı Euro harcıyorsunuz. Burada yapılacak tek şey TL’yi, Euro’yu unutup, 5 para, 10 para cinsinden düşünmek.
Yoksa, hadi diyelim somonlara nefsinizi körelttiniz, genzinizi dağlayan bu tarçınlı sıcak şarap kokusuyla nasıl baş geleceksiniz?… Ev yapımı, şahane. Üç farklı gramajda, en pahalısı 7 ila 8 € arasında satılıyor. Ve neredeyse Paris’de kış ikliminin, Noel zamanının vazgeçilmezi diyebilirim.
Yiyecek tezgahlarının önü tıka basa dolu… Kokular, dumanlar, iştahlar… Abla “Param olsa da ben alsam!” bakışı atmış 🙂
Ve gecenin sonu Bastille’in en “noctambule” sokakları La Roquette ve La paix’de sabahın ilk saatlerine karışır. Gece kamerayla gezmek pek konforlu olmadığından bu sokakların gece halini düşlerinizin sınırlarına ve ilk Paris gezinizin gezilecekler listesine bırakıyorum 😉
Sabah yağmuru yıkamış Paris sokaklarını, temizlemiş gecenin pisliğini. Hafiften insanı dirilten bir sabah serinliği ve kızarmış baget kokusu. Gel de karşı koy… Şu çok kızarmış olanı alabilirmiyim s’il vous plait… Nasıl da tahıl zengini… Keşke kalorisi de zengin olmasaydı. Neyse… Bi kereden bir şey olmaz, böylesi görüntüye yürek dayanmaz…
Paris tarihine damgasını vurmuş Bastille meydanı.
Kim der gece bu sokakta yer yerinden oynuyor, eğlence bu daracık sokağa sığmıyordu diye… La Paix sokağı. Ve birbirinden güzel Paris sokakları, ansızın karşınıza çıkıveren avlu tipi geçitleri…
Burada bir dönem Victor Hugo yaşadığındanmıdır, yoksa o dört duvar arasındaki sonsuz huzur saçan avlusu, sokak sanatçılarının susmayan namelerinden mi… Her nedense burası uğramadan geçmeyeceğim tek yerdir… Sonbaharın hüznü kaplamış avluyu.
Bir ayrıntıyı daha eklemeliyim. Yasa gereği Paris’de marketler saat 22’den sonra alkollü içki satamıyor. Bu sıkıntıyı mahalle arası ufak ölçekli marketler çözüyor. Haliyle market fiyatının makul fazlasına. Bu tür yerleri genelde Hintiler ve Magrepliler işletiyor ve öyle kasa altından falan değil; alelade satış yapıyor. Her tür içki ve hatta plastik bardak vs bile bulunuyor.
Size de direkt Halil Pazarlamayı hatırlattı mı? 🙂 Bizim imdadımıza bu amca yetişti akşam…
Moufftard’a uğramadan Pazar sabahı olmaz… Yerel yaşamın Pazar klasiği diyebilirim. Rengarenk dükkanlar, vitrinde ekmekler, pastalar, peynirler, tavuklar. Aç gitmemenizi salık vereceğim. Zira tok bile olsanız, vitrinler aklınızı başınızdan alıp, tok olduğunuzu unutturuveriyor.
Veeeee Notre Dame Katedrali… Her gördüğümde Esmeralda’nın dalgalanan simsiyah saçları, Quasimodo’nun umutsuz aşkı ve uğradığı zulüm gelir aklıma. Ve çanların çalışı içimde hüzünlü bir yankı yapar.
Paris’in iki güzelinin kucaklaştığı yer. Seine Nehri sessizce akar Notre Dame’ın tutkulu bakışları önünde. havaya aşk kokusu yayılır. Bu sebeptenmidir acaba aşk şehri betimlemesi???
Paul ve Nicolas, bu şehre en yakışan çift belki de… Paul’un birbirinden leziz ekmekleri ile Nicolas’nın her bütçeye uygun, şahane şarapları bile yeter enfes bir doyum için.
Bir başka Pazar klasiğidir Paris’de bit pazarları… İkinci el kıyafet, ayakkabı, aksesuar… Kayak takımından tutun, bebek pusetine, antika porselenden, el işi, göz nuru dantel takımlara kadar ne ararsan var. Nur yağar bu pazarlara her Pazar….
Zeynep & Ümit ikilisi ile bitmeyen Zeytinalanı sohbetlerinde cızırtılı taş plak nağmeleri… Bir sonraki buluşmaya bir plak seçmeden olmaz. Tam yerine rast geldi,….. ne aldığım sürpriz kalsın 😉
Hotel des Invalides…Savaş malulleri için Kral XIV. Louis tarafından yaptırılmış. Günümüzde hala aynı hizmeti vermekle birlikte, bu askerler için bir katedral, askeri müze ve askeri mezarlık barındırmakta.
Ve biz her seferinde dönüş yolunda metro krizi yaşarız, defalarca gelmemize karşın. Sanki dönmemek, bu şehri terketmemek için sessiz bir başkaldırıdır bu karmaşa. Yol belli, hat belli, duraklar belli… Orly diyo, uçak imgesi de var, daha neyi arıyorsun ki çocuk?…
Bir Paris klasiğiyle noktayı koyalım o halde. Tam da gezgin usulü olsun. Şarap + Comté peyniri. Peynir dişlenmek suretiyle şaraba katık edilsin, şarap plastik bardaktan içilsin. Bir dahaki sefere kalksın plastik de olsa kadehler. Bir de buraları gezmeyi arzulayıp da bir türlü hayata geçiremeyenlere, ya da ilk fırsatta gelmeyi planlayanlara…
Bizimkisi ufacık bir hafta sonu kaçamağı, bir Noel tadımıydı. Hem bir kez daha bize, hem de bu güzelim şehri düşlerinde yaşayanlara kısmet olsun.
Elbette bu güzelim şehir ne iki kısacık güne, ne de ufacık bir blog sayfasına sığmaz… Tadı damağımızda kalsa da, tanımsız bir keyif yaşattı bize. Darısı BAŞINIZA, darısı BAŞIMIZA…
Sağlıcakla, sevgiyle, yeni rotalar, yeni keşiflerle kalın.
HOŞÇA KALIN…