Uncategorized

Bir nefeste Budapeşte

11 February 2016
Şaka değil, abartı hiç değil. Hepi topu bir soluk, 24 saat bile değil. Birçoklarına çok çılgınca gelse de gerçek bir gezgin için olanaklar çerçevesinde “one night in Bangkok” düşüncesi bile çok heyecan vericidir. Hele ki İstanbul’a 2 saat uzaklıktaki bir kapıysa aralanacak olan, direkt kanatlanır insan.
Macaristan’ın başkenti Budapeşte İstanbul Sabiha Gökçen Havaalanı’ndan 1 saat 50 dakika uzaklıkta. Neredeyse Bostancı’dan Bakırköy’e gitmek gibi bir şey. Termal sular, gulaş, çigan havalar ve bir sürü bilinmezi çözmek ise yanınıza kar kalanlar.
Ferenc Liszt Havaalanı’na indiğiniz anda serüveniniz başlıyor. Bir Avrupa Birliği ülkesi olmasına karşın para birimi olarak henüz Euro kullanmıyorlar. Yani cebinizdeki parayı bol sıfırlı yerel para birimi Froint’e çevirmeniz gerekiyor. HUF (Hungarian Froint)’un TL karşılığını bulmak için 100’e bölmek gerekiyor. Ve tahmin edebileceğiniz gibi havaalanındaki döviz büroları hoş geldiniz kurundan para değişimi yapıyorlar.
Havaalanından şehir merkezine gitmek son derece kolay. Geliş terminalinden çıkar çıkmaz göreceğiniz otobüs durağından bineceğiniz 200 E numaralı mavi otobüsler 350 Froint karşılığında Kőbánya Kispest durağına götürüyor, ki burası otobüsün son durağı. Buradan da 3 no’lu metro hattını kullanarak merkeze gidiyorsunuz. Metro için de 350 Froint ödemeniz gerekiyor.

 

Buraya kadar her şey çok açık ve yalın gibi görünse de o biletleri alabilmeniz için cebinizde HUF olması olması lazım. Havaalanındaki döviz büroları ufak bir “hoş geldin” farkıyla imdadınıza yetişiyor. Ne de olsa turistik kur. Turist değil de gezginseniz ufak hesaplar size büyük kazançlar sağlayabilir. Biz RELAY mağazasından euro kullanarak aldık biletlerimizi. Ama dilerseniz siz HUF karşılığında pasaporttan çıkar çıkmaz bilet satış ofisinden alabilirsiniz.

Otobüsün son durağında, metroya geçmek için büyük bir alışveriş merkezine giriyorsunuz. Orada döviz büroları var. Daha uygun bir kurdan paranızı değiş tokuş edebiliyorsanız da komisyon almadan bırakmıyorlar.

 

Merkeze geldiğinizde geniş caddeler, meydanlar, birbirinden şık binalar karşılıyor sizi. Büyülenmeye başladınız bile.

 

 

Bu binaların içinde belki de öncelikli olarak görülmesi gereken Central Market Hall.  Kapalı pazar yeri olarak hizmet veren bina 1897 tarihli ve hala yerel tatları ve kültürü en yakından gözlemleyip, uygun fiyata alışveriş yapabilmenize olanak tanıyor. Hele bir de günlerde cumartesi ise ilk hedef burası olmalı. Astoria metro istasyonundan daldığımız Museum Bulvarı’nda Vamhaz Bulvar’ı yönünde ilerlerken solumuzda National Museum binası tüm gösterişiyle dikkatimizi çekiyor.

 

Biraz ileride Kalvin Meydan’ına varıyoruz. Dört tarafı birbirinden şık binalarla süslü, aydınlık, geniş bir meydan.

 

 

Market binasına geldiğimizde kapanmış olduğunu görüp, kelimenin tam anlamıyla düş kırıklığı yaşıyoruz. Cumartesi günü saat 15’de kapanır mı böyle bir yer?! Bu güzel binayı dışarıdan görmekle yetinip sıradaki gelsin diyoruz.

 

Budapeşte, Tuna (Danube) nehrinin bakış açınıza göre böldüğü ya da birleştirdiği Buda ve Peşte olmak üzere iki yakadan oluşuyor. Buda yakası dağlık, daha eski tarihi yansıtırken Peşte yakası daha canlı ve renkli. Şehrin yaşayan kısmı denilebilir. Şehrin bir yakasından diğerine geçmeyi sağlayan köprüler ise Tuna Nehri’ne apayrı bir güzellik katmış.

 

İsmini renginden alan Yeşil Köprü (Szabadsag Bridge) pazar yerinden nehir kıyısına indiğinizde ilk karşınıza çıkan köprü. Demirin onca hantallığına karşın son derece estetik. Hemen karşı kıyıdaki, bir masal kitabı sayfası kadar gizemli tepeye çekiveriyor sizi. Tepenin üzerinde bulunan dev bir haç, altında perili bir şato ve zirvesinde göklere bir şey sunarcasına havaya kaldırdığı ellerinde bir şey taşıyan heykel. Okurken bile göresiniz geldi değil mi? 🙂
Gellert tepesi işte böylesi gizemli bir tepelik alan. Haç altındaki kapıdan mağara kilisesine giriliyor. Tepedeki heykel ise özgürlük heykeli. Her ne kadar 2. Dünya Savaşı sonrası kısa süreli komünist dönemden kalmışsa da günümüzde özgürlüğü simgeliyor. Tepeye çıkmak için 15 dakikalık bir tırmanma yürüyüşü gerektiğinden kısa süreye sığdırmak zorunda olmamız gereken gezimizden Buda bölümünü eleme kararı alıyoruz. Birçoğunuz olur mu öyle Budapeşte gezisi görüşünde olsa da bal gibi de olur, azla yetinip, bu kısmı bir daha gelmek için bahane olarak saklayabiliriz.
Market binasının karşısından girebileceğiniz Vaci Utca, yani Vaci Caddesi Budapeşte’nin İstiklal Caddesi diyebilirim. Yalnızca yaya trafiğine açık cadde hediyelik eşya satan dükkanlar, cafeler, restaurantlar ve her şeyin ötesinde birbirinden süslü binalarla dolu. Ne de olsa geçmişi 19. yüzyıl’a dayanan bir caddeden söz ediyoruz. Mutlaka görülmeli.

 

Cadde boylu boyunca akıp giderken hedefimizde Zincirli Köprü var. Vörösmarty Meydanı’nı geçtikten sonra tekrar nehir kenarına çeviriyoruz rotamızı. Yavaş yavaş gün de nöbetini akşama bırakmaya hazırlanıyor.
Buda’yı bu taraftan seyretmek de başka bir keyif.

 

Kale tepesi ve Kraliyet Sarayı tüm görkemiyle karşımızda. Tepeye çıkan bir füniküler var. Yukarıdan manzara çok güzel olmalı.

Hemen sol yanımızda az önce dibine kadar gittiğimiz Gellert Tepesi ve altımızda nazlı nazlı akan Tuna Nehri.

1866’dan bu yana hizmet veren tramvay ağı ise toplam  156,85 km’lik parkuruyla dünyanın en uzun tramvay hattı. 26 ana, 7 ara olmak üzere toplam 33 hatta çalışıyor ve şehre çok nostaljik bir görünüm katıyor.
Aslanların korumasındaki Zincirli Köprü (Chain Bridge) şehrin en güzel köprüsü. O kadar ki, bir efsaneye göre yapıldığı tarihte mimarı bile kusursuzluğuna olan sonsuz inancından aksi durumda kendini köprüden atacağını söylemiş. Aslanların dili olmadığını iddia eden bir çocuk yüzünden mimar köprüden atlayarak yaşamına son vermiş. Her ne kadar gerçeği yansıtmasa da böylesi hüzünlü bir öyküsü var köprünün.
Köprünün karşı ucundaki tünel ise sizi içine çekiveriyor. Yanında Kale Tepesi’ne çıkan füniküler hattı.
Köprünün diğer ucuna yürürken Tuna Nehri de gece kostümünü giyiyor.

 

 

Görkemli parlamento binasının önünde, nehir kenarında karman çorman duran kadın, erkek, çocuk ayakkabıları aslında çok hüzünlü bir geçmişin kanıtları. Yahudi anıtı olarak konmuş bu ayakkabılar 2. Dünya Savaşı’nda burada sırtlarından vurularak nehire atılan Yahudileri temsil eder. Her ayak bastığım toprakta bu iç burkan gerçekle yüzleşmekten usandım. Ve bir kez daha insanlığım sızladı 🙁
 Parlamento binasının yan cepheden görüntüsü.
A német megszállás áldozatainak emlékműve, Alman İşgali kurbanları anıtı, isminden de anlaşılabileceği gibi 2. Dünya Savaşı’nda Alman İşgalinde hayatını kaybeden Macarlar anısına yapılmış. Ve yapılışı da son derece ateşli tartışmalara neden olmuş. Bunun nedeni ise alman kartalın melek Gabriel’in masumiyetiyle özdeşleştirilmiş Macaristan halkına saldırısını betimleyen anıtın, macar otoritelerin Yahudi ve Çingenelerin toplama kamplarına sürgünü sırasında gösterdikleri sorumsuzluğu vurgulamasıymış.
Szent Istvan Meydanı’ndaki Aziz Stephens Kilisesi ise gerek dıştan görüntüsü, gerekse içerisindeki dev mermer blokları ve göz kamaştırıcı süslemeleriyle mutlaka görülmelilerden. İçeriye giriş ücretsiz. Gece ışıklandırılmış haliyle bir başka büyüleyici. Aslına bakarsanız şehrin tamamı gece bir başka güzel. Fotoğraf tutkunları için gece fotoğraf turları yapılıyormuş.

İbadet saatine denk geldiğimiz için pek fotoğraf çekip, insanları rahatsız etmek istemedik. İçeride muazzam bir akustik var. Koronun ilahileri tam anlamıyla içinizde titreşimler oluşturuyor, tıpkı gönül telinizi titretir gibi 🙂
Ve geceler, geceler, şafak vaktine sarkan geceler… Budapeşte’nin gece yaşantısının bu kadar renkli ve hareketli olacağını asla düşünmezdim. Benzer şaşkınlığı Belgrad’da yaşamıştım. Tuna nehrinden mi alıyorlar acaba böylesi bir coşkuyu 🙂
Gecenin ritmini tutan yerlerden birisi Gozsdu Udvar. Birçok bar ve gece kulübünün yan yana sıralandığı upuzun bir pasaj ve bu upuzun pasajın ortasında avlu biçiminde bir meydanlık alan. Orası da eğlence mekanlarıyla dolu elbet. Fikir vermesi açısından bir de sabah gündüz gözüyle pasajın girişini görelim.

 

Budapeşte’nin gece yaşamı genel anlamda Yahudi Mahallesi olarak adlandırılan 7. bölgeye yayılmış. Kiraly, Dob ve Kazinczy Caddeleri baykuş gezginler için sınırsız hizmet veriyor. Öylesine sınırsız ki, gezdiğim bunca ülke, gördüğüm türlü eğlence seçeneklerinin dışında yepyeni bir mekan kavramıyla tanışmama neden oldu: Harabe Bar. Tam ismine uygun biçimde, Komünizm döneminden kalma, avlulu, harabe biçimindeki binaları olduğu viranlıkta bırakıp, çöpten, hurdadan eşyalarla süsleyip bohem bir eğlence mekanına dönüştürmüşler. Ve bunların atası Szimpla Kert.

Dışarıdan bakınca asla içeri girmek istemezsiniz, ama içeri bir girerseniz bir daha kimse çıkaramaz sizi. Üstelik o kadar büyük ki, 2 kat, kocaman bir avlu ve 6 farklı bar, canlı DJ performansları, haftanın belirli günleri canlı müzik ve her türlü sabaha kadar durmadan ve yorulmadan dans, yeni dostlar, shot atılan Palinkalar…
Tam da konakladığımız binanın karşısında olması da ayrı bir hoş oldu. Konaklamadan söz açılmışken, Budapeşte’de günlük, haftalık ya da aylık apart daire kiralayarak, konaklamanızı çok uygun fiyata inanılmaz konforlu biçimde gerçekleştirebilirsiniz. Biz Paradise Apartments’ta kiraladığımız daireye 28 € ödedik. İçinde salon, mutfak, yatak odası ve banyo bulunan, iğneden ipliğe tüm gereksinimleriniz düşünülerek son derece şık döşenmiş bir daire.
Kıssadan hisse, bu kadar sürede bu kadar Budapeşte… Bu şarkı burda bitmez. Biterse Buda’nın hatırı kalır. O da haksızlık olur. Yani diyorum; devamı PEK YAKINDA 😉
SEVGİYLE KALIN, FARKLI ROTALARA DALIN, BOL BOL NAOS’LAYIN…
 

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *