1.Gün Moskova, Cumartesi
RAYDAN ÇIKANLAR
Atatürk Havalimanından 08.35’te kalkması gereken Moskova destinasyonlu THY uçağımız check-in yaptırdığı halde gelmeyen yolcular yüzünden, onların bagajları geri indirildiği ve de kalkış için 6. sırada olduğumuzdan 1 saat kadar gecikmeli olarak hareket ediyor. 2,5 saatlik uçuşun ardından Moskova’ya indiğimizde hava nemle birlikte 40 derece civarında. Sırtımızda çantalarımız iki kaplumbağa seyyah vuruyoruz kendimizi 2006’dan sonra ikinci kez Moskova sokaklarına. Hava nefes alınmayacak kadar sıcak, insanlar kıyafetleriyle parklardaki süs havuzlarına girerek serinlemeye çalışıyorlar. Kremlin, Kızıl Meydan derken Kiril alfabesi bilmezliğimiz sonucu biraz da kaybolarak nihayet asıl yolculuğumuzun başlangıcı olan Kazansky İstasyonuna kıyafetlerimiz sırılsıklam, paçalarımızdan ter akarak varıyoruz. Derdimizi zar zor anlatıp internetten satın almış olduğumuz biletlerin her birini tek tek imza karşılığında bastırtarak teslim aldıktan sonra hareket zamanımız için kalan yarım saati garda, büfeden aldığımız buz gibi biralarla kendimizi ödüllendirerek geçiriyoruz. Kazansky İstasyonundaki yer soframızda keyif yaparken, bacaklarımın aşırı terlemeden isilik döktüğünü fark ediyorum. Bu kavurucu sıcak bulunduğumuz coğrafyaya ziyadesiyle aykırı!
Moskova Tren Garı
Aziz Vasil Katedrali
Çöl sıcağında bütün gün sırtta çantalar gezindikten sonra soğuk biraların keyfine öylesine kapılıyoruz ki treni kaçırmaya ramak kalıyor! Perona vardığımızda 6. vagondaki 1-2 yataklı kompartımanımıza ulaşabilmek için 15 vagon geçmemiz gerektiğini nereden bilelim?
Vagon sorumlusu suratsız kondüktörümüzün isteksiz yardımlarıyla Kazan destinasyonlu odamıza yerleşiyoruz. İlk yol arkadaşımız Alexandre orta yaşlarını çoktan aşmış, çok sevimli bir köylü. Kazan’a 95 yaşındaki annesini ziyarete gidiyor. Tüm misafirperverliğiyle bizi ağırlamaya çalışarak gecenin bira ve çikolata sponsorluğunu üstleniyor. Biz de ona Türk usulü, kavrulmuş sarı leblebilerimizden ikram ediyoruz. Alexandre, çeyrek İngilizcesiyle kafasını gözünü yararak tüm gece bizimle sohbet ediyor.
Sabah, suratsız kondüktörün kapımızı çalmasıyla uyanıyoruz. Trende konaklamak çok keyifli,
hele ki yol arkadaşın Alexandre olursa ????
2.Gün Kazan, Pazar
KAYNAR KAZAN’DA İKİ KEPÇE
İstasyona iner inmez sabahın 09.00’ı olmasına karşın hamamsı bir sıcaklık suratımıza çarpıyor. İlk işimiz bu sıcakta sırtımızda çantayla dolaşmamak için locker araştırmak. Çantalarımızı kiraladığımız dolaplara kilitledikten sonra kahvaltımızı etmek üzere bekleme salonuna yayılıyoruz. Bu sırada fotoğraf makinemizin pilini şarj etmek için görevli birinden yardım istiyoruz. Devletin demir yolu memuru suratsız hanımefendi, devletin elektriğini bize 30 rubleye satmaya çalışıyor! Biz de kendi işimizi kendimiz görüp bekleme salonundaki kahve makinelerinin prizlerinden yararlanmak suretiyle fotoğraf makinemizin karnını doyuruyoruz.
Kazan Tren İstasyonu
Tuvalet ihtiyacımızı da giderdikten sonra atıyoruz kendimizi Kazan sokaklarına. İlk durak Kremlin. Saat 10.00’a geliyor ve sıcak şimdiden dayanılmaz boyutta. Her 5 dakikada bir susuzluktan kavruluyor insan! Koca bir şişe su alıp yarısını içiyor, kalan yarısıyla kendimizi ıslatıyoruz. Kazan’da insanlar 1,5 litrelik su şişelerine çiçek sulama püskürtücüsü takmış, kendilerini sulayarak sıcağa dayanabiliyorlar. Gölgelik yerleri seçerek dolaşmaya çalışıyoruz ama enerji sıfır! Sıcak, insanı kamyon çarpmış gibi yapıyor. Central Market dedikleri içinde ne arasan satılan kocaman pazarı yarı baygın dolaştıktan sonra rehber kitapta sözü geçen nehir plajına gitmeye karar veriyoruz. İlk olarak bindiğimiz tramvayla, nerede ineceğimizi kestiremediğimizden, bir route atıp sonrasında bindiğimiz otobüsle uzuuuunnnnnn bir yola gidiyoruz. Rehbere göre bu kadar uzun olmaması lazım ama bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete deyip varacağımız yeri bekliyoruz. Ve nihayet sauna ortamındaki otobüs yolculuğumuz nehirle uzaktan yakından ilgisi olmayan, dağ başında bir yerde son buluyor.
Otobüste bilet kesen kadına, gerzek hareketlerle kulaç falan atarken derdimizi anlatmaya çalışıyoruz. Kadın el kol sallayıp az ilerde bir yerleri gösteriyor. Tarife göre varılan nokta kapalı olimpik yüzme havuzu ☺ Eh, şehrin en öte yerine kadar gelmişken sağa sola bakınıyor, 2 litre ice tea’yi 10 dakikada mideye indirirken kasadaki kadının ice tea fiyatına “ellıbır”deyişine gülüşüyoruz. Şehre dönmek için civardaki en yakın otobüs durağında uzunca bir süre bekledikten sonra, merkezden gelen 20 numaralı otobüse karşılık o yöne giden ve bizim beklemekte olduğumuz geçmeyince otobüsün dönüş yolunun farklı olduğunu düşünerek, bir sürü otobüsün döndüğünü gördüğümüz kavşağa kadar yürüyoruz. Fakat bu sefer de 20 numara olarak peş peşe gelen otobüslerin 9 numara olarak önümüzden geçtiğini görünce iyice panikleyip ana durağa gitmeye karar veriyoruz. Ve 20 numaralı otobüs nihayet kalkışa hazır vaziyette karşımızda! Bir oh çekip yerleşiyoruz ve bu otobüse binebilmek için kavurucu sıcakta ana durağa kadar yürüdüğümüz tüm yolu otobüsle geri döndükten sonra şehir merkezine varıyoruz.
Kazan Kremlini
Kısa bir yürüyüşün ardından tren garına gelip locker’dan çantalarımızı alacakken sabah bizden tahsil ettikleri kira bedelinin elimizdeki yazar kasa fişinde yazanın 2 katı olduğunu fark ediyoruz! Hadi bakalım, anlat derdini bu kasada akşam vardiyasını alan ve İngilizceyi sadece dublajsız filmlerden tanıyan genç bayana! Gak diyoruz, guk diyoruz, fişi gösteriyoruz, ödediğimiz parayı kağıda yazıyoruz, senin friend bizi kazıklamak diyoruz, yok! En son polis diyoruz, “one minute” diyo. Tam “bir daha da gelmem” diyecek diye beklerken cep telefonundan muhtemelen kazıkçı arkadaşını arayıp işlerin boka sardığını, şapşal turistlerin parayı kurtarmadan gitmeyeceklerini falan söylüyor herhalde ki paramızı geri almanın keyfiyle biralarımızı alıp kompartımanımıza yerleşiyoruz. Bu seferki vagon sorumlusu kondüktörümüz son derece güler yüzlü ve hafiften şapşal bir genç.
Yolculuk çok keyifli geçiyor. Vagon koridorundaki pencereden dışarıyı seyredip fotoğraf çekiyor, ara istasyonlardan geçerken bekleyenlere el sallıyoruz. Saat 23.00’a gelirken hava iyicene kararıyor ve trenin restoranına geçiyoruz. İçeride iyicene zom olmuş birkaç rustan, özellikle iki tanesi bizi pek bir eğlendiriyor. Bu ağabeyler karşılıklı vodka shut’larken muhabbet arasında da restoranda servis yapan orta yaşa yakın garson kadının orasını burasını ellemeyi ihmal etmiyorlar. Fakat asıl komedi, biz restorana yerleştikten kısa bir süre sonra her ikisinin de kafaları öne düşerek sızması ve garson hanımefendinin bunları yaka paça dışarı atması ☺
3. Gün Ekaterinburg, Pazartesi
URAL-ALTAY BANK DESTRUCTION BUILDING!
Yerel saate göre (Moskova saati +2) 12.30’da Ekaterinburg’a ayak basıyoruz. Trenden iner inmez, öğlen olmasına karşın havadaki serinlik hissediliyor. İstasyonun hemen karşısında kahvaltımızı yapıp şehir merkezine gitmek üzere metro arıyoruz. Buralarda İngilizce bilen yok! İstasyon civarında aynı yerleri birkaç kez tavaf ettikten sonra metro istasyonunu buluyor, tahminimize göre kalacağımız hostelın yanı başındaki durakta iniyoruz. Elimizdeki haritaya göre olması gereken yerde hostel falan yok! Dil sıkıntısı yüzünden telefonla da yeterli bilgi alamıyoruz; telefonu yanıtlayan kişi ezberlediği birkaç cümleyle “take bus no 5, you’ll se Ural-Altay Bank” hostelı tarif etmeye çalışıyor. Ama biz zaten hostela çok yakınız, otobüse falan gerek yok ki! Peki o zaman bu banka bizim ne tarafımızda?! Sırtımızda çantalar, aynı yerlerde anlamsızca dolanırken ellerindeki haritaya evire çevire bakmalarından kayıp oldukları anlaşılan sırt çantalı iki gezginle karşılaşıyoruz. Kendimizinkini bulduk ya, onlara hostellerını bulmada yardımcı oluyoruz ☺ 2 saat dolandıktan sonra bizim hosteldan umudu kesip onlara tarif ettiğimiz yerde şansımızı aramaya karar veriyoruz. Fakat cadde o kadar büyük ki sağlı sollu çok katlı tipsiz binalar. Bu şekilde bulmak mümkün değil! Bir kez telefon ediyoruz bizim esas hostela. 2,5 saattir dolanıyoruz, hala aynı yerdeyiz ve hala gece konaklayacak bir yerimiz yok! Telefondaki adamın sözünü dinleyip otobüse biniyor ve Shorsa Bus Stationa geliyoruz. Ancak adamın ısrarla vurguladığı “Ural-Altay Bank Reconstruction and Developpment Building” tabelasını göremiyoruz! Telefon üstüne telefon ediyoruz, tek ip ucu Ural-Altay Bank. Anlaşılan o ki, bu tabelayı görmeden hostelı bulmak mümkün değil! Ümitlerimizin neredeyse tamamen tükendiği 1,5 saat sonrasında Mr. Hostel bizi Shorsa bus stationda 100 puanlık “Are you Turc?” sorusuyla buluyor ve birlikte çok kolay olduğunu iddia ettiği hostel yoluna koyuluyoruz.
Dumur üstüne dumur!!!
1- Mr. Hostel’ın tarifindeki mihenk taşı “Ural-Altay Bank Reconstruction and Developpment Building” tabelası Kiril alfabesiyle yazılmış ve önüne kadar gelip döndüğümüz yer.
2- Yine Mr. Hostel’in tarifine göre bankanın hemen arkasında olması gereken hostel, otoparktan uzunca bir yol yürüdükten sonra, girişi bile belli belirsiz, bulunması neredeyse imkansız bir yer.
3- İki tren konaklamasından sonra kendimizi şımartmak adına ayırttığımız ensuite private odamız başka bir binada bulunan, bir bunağın evinde. Kapı açılır açılmaz havasız, kasvetli ve naftalin kokulu bir atmosferle karşılaşıyoruz.
Ekaterinburg Tren Garı
Bunca zahmetin ardından şehir merkezine otobüsle yarım saat uzaklıkta hostel yerine huzurevinde konaklama fikrine itiraz edip kazancı yarıya düşecek Shanna’nın (Mr. Hostel) memnuniyetsizliğine karşın dorm’da konaklama isteğimizi kabul ettiriyoruz. Altlı üstlü yataklarımızı hazırladıktan sonra şehir merkezine, geri dönen konaklama bedeliyle ziyafet çekmeye gidiyoruz. Biraz dolandıktan sonra ziyafetten umudumuzu yitirdiğimiz gibi hostelda bıraktığımız isli peynir ve leblebilere de yanarak market aramaya koyuluyoruz. Koca şehirde market yok! Nereden alışveriş yapar buralılar diye söylene söylene midemiz açlıktan yapışmış halde, gördüğümüz her kalabalık yeri market sanıyoruz. Sonunda, bir alışveriş merkezinin anlamsız bir yerinde dev bir süpermarket buluyoruz. Gördüğümüz her reyona saldırıp sonunda fırında pişmiş tavuk ve kızarmış elma dilim patates almaya karar veriyoruz, yanına da buzzzz gibi bira!
Yayalar için ayrılmış bir sokakta keyifle doyuruyoruz karnımızı. Sabrın sonu ziyafet!
Geceyi 7 kişilik odamızda geçiriyoruz.
4. Gün Ekaterinburg, Salı
KESİŞİM YOLLARI
Hostel küçük ama konforlu. Güzel bir uyku çektikten sonra, saat 11.30 gibi çantalarımızla birlikte dışarı çıkıyoruz. Akşam kalkacak trenimiz için çantalarımızı istasyona, emanete bırakıp şehri gezmek üzere geri dönüyoruz. Serin ve güneşli Ekaterinburg, gezmek için ideal. Yaklaşık 6,5 saat dolaştıktan sonra acıkmış ve susamışlığımızı balık ve bira ile gideriyoruz. Tren için de biraz nevale alıp istasyona geri geliyoruz. Tren hareket etmeye başladığında biralarımızı yudumlamaya çoktan başlamıştık bile. Bir önceki gün gibi 2 şişe 50’lik, 1 tane de 1,5 litrelik pet şişe alıyoruz. Daha sonra trenin restoranına gidip buz gibi soğuk biralarla devam etme planındayız. Koridorda biralarımızı, açık pencereden manzarayı seyrederek içiyoruz. Ter kokulu bir Rus sürekli gelip geçerek rahatsız etse de keyfimize diyecek yok. Uzun tren yolculukları gerçekten de keyifli! Biralarımız bittikten sonra restorana geçiyoruz. O da ne! Bütün masalar dolu. Hitler’e benzeyen, restoran sorumlusu kişi bize doğru gelip 2 kişi misiniz işareti yapıyor. Evet cevabını aldıktan sonra tek başına oturan bir bayanın yanına oturtuyor bizi. 2 tane Russian beer sipariş ediyoruz. Masadaki bayan Alman, mimar ve profesör. Kız arkadaşlarıyla geziyormuş. Biraz sohbet sonrası hesabı isteyip kalkıyor. 503 ruble ödüyor!!! Biraz yemek için… Biz de biraları bitiriyoruz, Hitler geliyor. Daha ister misiniz işareti yapıyor. Bunlar ne kadar diyoruz işaret diliyle. Hesap makinesiyle gelip 190 rakamını gösterdiğinde, hareket çekme, hareketin tillahını görürsün tarzıyla hesabı ödeyip kalkıyoruz.
Vagonları bir bir geçip kompartımanımıza doğru ilerlerken bir ses “Did you find your hostel?” diyor. O da ne! Dün şehir merkezinde deli danalar gibi dolanıp hostel ararken, hostellarını bulmalarına yardımcı olduğumuz sırt çantalı gezginler! Dünya gerçekten de küçük mü ne? Trans-Syberia Express’inde, bir gün önce Ekaterinburg sokaklarında yolları kesişen kaybolmuş 2 Türk ile 2 Slovenyalı karşılaşıyor! Bira muhabbetlerine ortak ediyorlar bizi 1 tane de bize ikram ederek. Sohbetimiz sırasında yeni evli ve balayı gezisinde olduklarını öğreniyoruz. Bu rotamızdaki kompartıman arkadaşlarımız 22 yaşında 4 tatar asker. Ulan-Ude’ye çıkmış tayinleri. Evrensel olan beden ve işaret dilini kullanarak sohbet ediyoruz. Anlaşılan o ki asker her yerde aynı imaja sahip ☺ Ancakkkkk bunların bir farkı var: Sağlam içiciler!
Şimdiye kadarki en uzun tren yolculuğumuzu yapıyoruz; 20 saat. Bundan daha uzunu var 53 saatlik! Hadi bakalım, çuf çuf…
Macera devam edecek …