Uncategorized

Peru – Nasca

28 September 2016
KİM ÇİZDİ BU KUŞU BU DAĞIN TEPESİNE???

Ica’dan Nasca’ya Öz Soyuz Seyahat’le gerçekleştirdiğimiz yolculuğumuz pek konforlu değilse de oldukça renkli ve eğlenceli geçti. Yolluk olarak yanımıza aldığımız biraları açmak için çakmak, araba anahtarı, bıçak sırtı ve anlamsız  bir sürü yöntem deneyip ilk şişeyi açtıktan sonra çevir aç kapak olduğunu fark etmek ise yolculuğun unutulmazlarındandı. Nasca’ya vardığımızda, otobüsten iner inmez peronda bekleyen bir ağabeyin mutlu bir gülümsemeyle  “Sizi hostel’a götürmeye geldim” diye karşılaması ise tam tuz biber oldu 🙂 Sonradan anladık ki meğer hostel abi bize odamızı teslim ettikten sonra evine gidecekmiş, ondanmış tüm o mutlu telaşı. Hostel’ımız hem gara, hem de şehir merkezine çok yakın. Küçük, sevimli bir bahçesi, ortak kullanımlı bir banyo, tuvaleti, bahçede yan yana dizilmiş rutubet kokulu odaları var. Yine de bahçesi tüm kusurlarını örtmeye yeter bence.

 

 

Nasca, küçük, sevimli ve bir o kadar da gizemli bir şehir. Tüm Peru şehirlerinde olduğu gibi burada da bir Plaza de Armas Meydanı var. Sizi buraya götüren, yalnızca yaya trafiğine açık cadde ise şehrin nabzını tutan tek yer. Sağlı sollu mağazalar, cafeler, turizm acenteleri bulunan yaya yolunda oturup soluklanmanız için banklar da konmuş. Akşamları daha da hareketlenen caddede zaman geçirmek son derece keyifli. Akşam demişken, ilerleyen saatlerde sokakları mesken tutan ayak üstü yemekçilerinden söz etmeden edemeyeceğim. Hem son derece lezzetli, hem de çok ucuz ve doyurucu. Şehrin hemen dibindeki gecekondu mahallesine girmeyi ise aklınızdan bile geçirmeyin!!!
Gelelim Nasca’nın bunca gezginin rotasında yer almasına neden olan gizemine. Nasca, çölün dibinde kurulmuş bir şehir. Üstelik bu çöl ile adaşlar. Günümüzden 1000 yıl kadar öncesinde İnkalılar’dan eski Nasca topluluğuna ev sahipliği yapmış topraklara kazınmış izler ise günümüzde hala gizemini koruyor. Mimari alanda son derece gelişmiş Nascalılar’ın köylere su taşımak için yaptıkları su kanallarından günümüzde hala kullanılanları var. Astroloji, tarım, seramik gibi alanlarda da ileri bilgi ve beceriye sahip oldukları bilim insanlarınca kanıtlanmış olan Nascalılar’ın bu topraklarda barış içinde ve dinlerine sıkı sıkı bağlı yaşarken kendi eko sistemlerini bozmaları sonucu yok oldukları düşünülüyor.
Kendi yaşam döngülerini ve bunun sonucu olarak soylarını yok ederken geriye bıraktıkları mesajlar ise günümüzde hala varlığını sürdürmekle birlikte gizemi de tam olarak çözülebilmiş değil. Uçsuz, bucaksız kilometre karelerce alana yayılmış bir çölde yalnızca yukarıdan görülebilen dev çizgiler hangi amaca yönelik, ne şekilde çizilmiş, bin yılı aşkın süre nasıl olup da bunca yağmur, fırtınaya direnip de bozulmadan kalmış çözülememiş.
Alman matematikçi Maria Reiche yaşamının 52 yılını bu insan elinden çıkması olanaksız görünen çizgileri araştırmaya adamışsa da net bir yanıta ulaşamamış, günümüzde süren pek çok araştırmaya öncelik etmiştir. Ve hepsinden daha önemlisi onun yaptığı bunca araştırma sonrasında 1300 km2 alana yayılan dev çizgiler 1983 yılında UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’nde yerini almıştır.
Lafı daha fazla dolandırmadan ‘bizim’ keşif gezisine ve hatta gezinin planlanmasına geri döneyim.
Nasca’ya gelen tüm gezginlerin tek hedefi bu çizgileri görmek. Bunun içinse şehir merkezine kısa bir mesafe uzaklıktaki havaalanından kalkan ufak, pırpırlı uçaklarla düzenlenen uçuşlardan birine 70 $ karşılığında bilet almanız gerekiyor. Şehir merkezindeki pek çok tur acentesinden tur satın almak mümkünse de “büyük” rastlantıyla karşınıza çıkan kişilerle pazarlık payınız daha yüksek. Biz de o “çok” şanslı insanlardan olduğumuz için daha hostel’a girer girmez denk geldiğimiz hostel abinin akrabası mı, arkadaşı mı bilemesek de bu uçaklarda pilotluk yapan birine denk geldik. Ve daha da iğne deliği, arkadaşın yarın sabahki uçağını kaldırabilmesi için 2 kişiye daha ihtiyacı varmış. Vay arkadaş, bu kadar mı Yeşilçam kokar?! Allah kimi kime gönderdiyse artık sıkı bir pazarlıkla, bin türlü hikaye dinledikten sonra bu arkadaşla el sıkıştık. Bizi hostel’dan sabah erkenden alıp havaalanına transfer edecek, sonrasında da diğer iki talihli yolcusunun yanına oturtup uçuracak 🙂 Her ne ise, biz bu işe fazla zaman harcamaktan kurtulup, şehri dolaşmak için daldık sokaklara. Gezerken gördüğümüz pek çok acentede fiyatların daha fazla olduğunu görünce ise ya adam sabah gelmezse kaygısı çöktü aklımıza. Parayı peşin vermediysek de yarın sabah gelmemesi bizim tüm planı alt üst edecek. Çıkıp, yeniden tur araştırmak, öğlene kalmak ve daha da kötüsü yarın uçamazsak burada fazladan bir gün daha harcamak… Allah’ın Nasca’sında, sırt çantalı gezginlerin konakladığı bir hostel’da uçak pilotu ayağımıza kadar gelmişse uzaya bile gidebiliriz bu şansla :DSabah erkenden rotamızdaki bir sonraki durak olan Arequipa için otobüs bileti alıp, bizi havaalanına götürecek servisi beklerken bir anda gökyüzünü kaplayan bulutlara önce totem, ardından sövgü ve sonunda küfür ile müdahale etsek de gelen telefonla uçuşların yapılamadığı, bulutlarla kaplı gökyüzünde uçsak da hiçbir şey göremeyeceğimiz, bu nedenle tüm uçuşların ertelendiği bilgisine ulaştık. Yine de hava açılır açılmaz uçacağımız garantilendi. Neyse ki öğlen saatinde tüm bulutlar gökyüzünü terk etti ve bizi almaya gelen şoför kısa sürede havaalanına götürdü. Bizim pilot ortalarda yok, ama rezervasyonumuz geçerli. Parayı ödedik, çantalarımızı emanete teslim ettik ve teker teker tartıldık. Ufak uçakta dengeyi sağlamak için kilonuz önceden kayıt edilip oturma düzeniniz planlanıyor.

Uçakta 6 yolcu, 1 rehber, 1 de pilot var. Size gösterilen koltuğa oturup kemerinizi bağlıyor, kulaklığınızı takıyorsunuz. Uçağa binerken bir de elinize nerede hangi jeoglifi göreceğinize ilişkin harita tutuşturuyorlar. Uçak hareket eder etmez rehberiniz de kulaklığının mikrofonundan size bilgi aktarıyor. Sırasıyla balina, 65 m uzunluğunda bir balina, 35 m uzunlukta dağa çizilmiş bir astronot, 93 m uzunluğunda bir maymun, 50 m uzunluğunda bir köpek, 93 m uzunluğunda bir kuş, 46 m uzunlukta bir örümcek, 135 m uzunluğunda bir condor akbabası, 300 m uzunlukta bir alkadraz, 10 m uzunlukta bir papağan, 50 m büyüklükteki eller ve 70 m boyunda bir ağaç gösterilse de biraz dikkatli ve meraklı bakarsanız daha yüzlerce şekil olduğunu fark ediyorsunuz. Uçak, her iki tarafta oturan yolcuların da rahatlıkla görebileceği biçimde dönerek, manevralar yapıyor.

İtiraf etmeliyim ki önce çok etkilendim, sonra nutkum tutuldu ve özellikle astronotu gördükten sonra içimi betimleyemeyeceğim bir korku kapladı. En çok etkilendiğim ise Pasifik Okyanusu’nu gösteren 300 m uzunluktaki dev ok oldu. Bu çizgiler buraya kimler tarafından, nasıl ve ne amaçla çizilmişti? Neden yalnızca tepeden görünecek biçimde çizilmişlerdi? Gerçekten Tanrıları’nın arabalarına yön göstermek için mi çizilmişti? Peki o dağın yamacındaki dev astronot ne anlatmaya çalışıyordu? Ya hayvanlar??? Çok bilinmeyenli bir denklemin içinde arap saçına dönmüş düşüncelerle doldum. Peki çölün ortasında, bunca kum fırtınasına nasıl bu kadar direnebilmişlerdi diye düşünürken 2014 yılındaki büyük fırtına sonrasında yüzlerce yeni şekil olduğunun ortaya çıkışını duydum.
Ama yine de en büyük dumuru yukarıdakini gördüğümde yaşadım. Binlerce yıl öncesinde çizilmiş, onca bilimsel araştırmaya karşın gizemi çözülememiş çizgilerin ortasından Pan-Amerikan otoyolunu geçirmişler. Bununla da yetinmeyip, düşük bütçeli gezginler için bir gözlem kulesi dikmişler. Yani, iyimser düşünebilecek olursanız uçuş için 70 $ verecek bütçeniz yoksa otoyol kenarındaki gözlem kulesine çıkıp jeogliflerden iki tanesini görebiliyorsunuz. Benim tek kelimeyle içimi bulandırırken, çizgilerin ortaya çıkmasından sonra turizmi desteklemek amacıyla yenilerinin eklendiğini düşünmeden de edemedik.
Kıssadan hisse geziyi özetlemek gerekirse, bana göre ödediğim bedele değerdi. Uçaktan bembeyaz suratla inen ve hatta uçuş sırasında kusan yolcular oldu. Fotoğraf çekmek yerine etrafa dikkatlice bakıp, arazideki dev şekilleri ayırt etmek çok daha keyifli ve akılcı. Gördük mü? Gördük. Belki siz gittiğinizde daha fazlasını görürsünüz.
Günün kalan kısmını ise cadde, sokak, çarşı, pazar gezerek geçirdik. Biraz da şehirden görüntüler gelsin o halde 🙂
Yukarıdaki bisikletli amcadan yer fıstığı alıp, ekiplerle dalaşmadan, belaya bulaşmadan gün sonu raporu aldık. Yorgun ama mutluyuz. Sonrasında ne mi oldu? Hostel’a gittik, çantalarımızı almaya. Orada Fransız bir çift ve yolda tanışıp geziye birlikte devam ettikleri İsviçreli gezgin ile arkadaş olup, hostel bahçesinde muhabbet ettik. Ve yola çıkmadan son kez sokak tezgahlarında yemek yedik. Oltursa’daki koltuklarımız ve yollar bizi bekler. Bu geceki yolculuğu da uykuda geçirip hem zamandan, hem de kasadan kara geçeceğiz. Ertesi güne Arequipa’da başlamak ise Nerde Akşam Orda Sabah’layanların anlayabileceği bir keyif 😉

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *