Sabahın erken saatlerinde başladığımız Lima – Paracas oldukça rahat geçti. Öğle saatlerinde indiğimiz Paracas merkezde bir gün önce yer ayırttığımız Paracas Backpackers House da indiğimiz yerin karşısında. Resepsiyonda duran abla yerli, fakat kendinden yaşça hayli büyük eşi yabancı ve şahane İngilizce konuşuyor. Tam akla takılan ne varsa sormalık 🙂 Üstelik son derece sevimli ve yardımsever.
Açıkçası bize bisiklet kirası bile fazla geldi ama kiralık motosiklet bulma çabalarımız boşa çıkınca mecbur kaldık bisiklete. Hem kişi başı 30 TL civarında bedel ödeyeceğiz hem de bu sıcakta pedal çevireceğiz diye söylensem de burada çoğu gezgin bunu yapıyor. Merkezden biraz yukarı çıktığınızda uçsuz bucaksız çölle göz göze geliyorsunuz.
Paracas, küçük, sevimli bir sahil kasabası. Buna karşın tropik çöl ve adalara olan ilgi büyük olduğundan son derece turistik ve pahalı. Bunun dışında yapılacak pek bir şey de yok. Kısa bir sahil şeridi, birkaç restaurant, bar bir de kumsalı var. Her ne kadar kumsal dediysem de deniz pek çekici sayılmaz. Uzun iskeleye adalara tur hizmeti veren tekneler bağlı ve denizin rengi de çamur gibi. Yine de bu kumsalda ufak bir mola verip şapşal deniz kuşlarını seyretmek keyifli oluyor.
Huacachina, Ica şehrinde bulunan çölün ortasında bir vaha. Tıpkı masallardaki gibi. Uçsuz, bucaksız kum tepelerinin ortasında saklı bir cennet. 1940-50’li yıllarda Peru’nun zengin iş adamlarına tatillerini geçirdikleri, şehirden kaçıp sığındıkları bir sayfiye yeri olarak kullanılmış. Günümüze o dönemlerden yalnızca kapıları kilitli soyunma kabinleri kalmış.
Dünyanın neresine gitsem patili bir dostum peşime takılır. Dilimiz aynı olmasa da duygularımız aynı.